MALMÖ NOTLARI: BEN ÇOK KALMAYACAĞIM!

By | 30 Kasım 2013

malmo_gezi_notlari

Kopenhag’a kadar gelmişken Malmö’yü görmeden dönülmez dediler, aklımızı çeldiler. Madem bu kadar yakın, madem görecek güzel şeyler var ve madem bu vesile ile meşhur Oresund köprüsünden geçmiş olacağız, öyleyse haydi diyerek aldık tren biletlerimizi…Aslında otobüsle geçmek köprü üzerinde daha iyi bir görüş sağlıyor denmişti ama biz bu yolculuğu pazar günü yaptığımız için tren tek seçeneğimiz oldu. Sabah saat 09:00’da gidiş dönüş iki kişi için 272 DKr. ödediğimiz biletlerimiz cebimizde trene binmiştik bile..
Oresund köprüsünden geçişi soracak olursanız çok hızlıydı; dolayısıyla öyle unutulmaz bir etki bırakmadı. Ama yine de deniz üzerindeki rüzgar tribünleri ve her durumda çok sevdiğim tren yolculuğu hali, keyiflenmem için yeterliydi..
Kastrup havaalanından başlayan Malmö yolculuğumuz yaklaşık 30 dakika sonra şehrin merkez istasyonunda noktalandı.
Şehir küçük, ayaklar yürümeye programlı olunca ulaşım aracı kullanmaya gerek yok diyerek vurduk kendimizi caddelere..

Günübirlik gidilen tüm şehirlerde aslında hep aynı his.. Sevimli sokaklar, içinde onlarca fotoğraf karesi saklı süslü meydanlar, adeta canlandırılmış masallar … Hep bir misafirlik duygusu, ‘ben çok kalmayacağım’ havası.. 

Biraz adapte olmak için önce kahve içmek lazım. İstikamet şehrin en eski ve en meşhur pastanesi: Hollandia(Konditori Hollandia: Södra Förstadsgaten, 8 Malmö) Vitrindeki harika çöreklerden gönlümüze göre iki taneyi seçip İsveçli sarışınlardan aldıktan sonra kahve servisimizi kendimiz alıp sokağı da görebileceğimiz şık bir köşeye kuruluyoruz.
Çöreklerimiz Kanel Snacka ve Wiener Bulle inanılmaz lezzetli. Keşke daha çok yemek ya da bunlardan alıp eve getirmek mümkün olsa.. Kahve eşliğinde günün planını da oluşturuyoruz. Turistik noktaları eleyip bizi asıl heyecanlandıran Moderna müzesine öncelik tanıyoruz.

Moderna Museet (Gasverksgaten 22) Son derece etkileyici bir binası, modern sanatlar adına sağlam bir duruşu var bu müzenin. Dönemsel ve çok iddialı sergilere ev sahipliği yapıyor. Müzedeki en hoş detaylardan biri emanet dolapları. Sarı kapaklı dolapların her birinde farklı bir sanatçının adı yazıyor. Ben kendi eşyalarımı Pablo Picasso dolabına kilitledim :-) Ruhu beslemek adına payınıza düşeni aldıktan sonra sıra mideye gelirse eğer, müzede hoş bir  kafe var. Müzeye ayırdığımız birbuçuk saat öyle keyifli geçiyor ki ‘Malmö’ye sadece bu müzeyi görmek için bile gelinir’ diye düşünerek ayrılıyoruz mutlulukla…
Yollarda yürüyor, mağazalara girip çıkıyor turizm programlarında en çok gördüğümüz standart Malmö karelerinin hepsiyle bir bir tanışıyoruz. Sizin de o standart şehir turu rotasındaki bilgilere zaten sahip olduğunuzu varsayarak o listeye hiç girmiyorum..
Bir masalın içindeymiş hissi veren Lillatorg meydanındaki Form Design Center‘ı geziyor, müzik dükkanı Folk a Rock‘ta bizi heyecanlandıracak albümler arıyor, mağazanın kafe bölümü ne hoşmuş diye düşünüyoruz ama oturmuyoruz; çünkü açız! Bu süslü meydandaki süslü mekanların turist koktuğunu farkediyor daha gönlümüze göre bir restoran arayışına giriyoruz. İkinci kez önünden geçtiğimiz Mando Steakhouse (Skomakaregaten 2-4) arayışlarımıza cevap veriyor.  Daha çok şehir sakini ailelerin tercih ettiği mekanın rahat ve salaş bölümünü değil, şömineli, şık ve trendy bölümünü tercih ediyor; başımızı bir yana çevirince sokağı, diğer yana çevirince camekanlı şömineyi izleyebileceğimiz bir masada güzel bir öğle yemeği yiyoruz…Yemek de yerel biralar da başarılı…
Yemeğin üstüne şehir turu devam ediyor. Bu kez önerilen turistik rotadan sapıp arka sokaklara, gizli köşelere doğru kayıyor ilgimiz. Şehrin asıl ruhunu da buralarda yakalıyoruz. Harika küçük dükkanlar, sanat galerileri ve antikacılar; bugün bu saatte kapalı ama açık olduğunda kimbilir ne kadar da keyifli olacak barlar; sanatsal malzeme satan, kırtasiye satan, gurme ürünler satan ama kapalı olduğu için iç geçirten güzel şeyler görüyor gözlerimiz… Yürümeye devam…
Arada yine araç trafiğine kapalı alışveriş caddelerine çıkıyoruz ama bugün açık olan o büyük dükkanlar pek de keyifli değil. Kopenhag’daki alışveriş ruhu bu büyük dükkanlarda yok.. Bu düşünceyi geliştirip ister istemez iki şehri kıyaslıyor insan gereksiz yere.. İnsanların burada daha robotik, daha somurtkan, belki mutsuz olduğuna birkaç saatlik deneyimle karar vermeye çalışıyoruz hakkımız olmayarak… Yaşadığımız kısa süreli hoşnutsuzluk, boşluk, arayış her ne derseniz ‘o’ duyguyu dağıtmak üzere farklı bir semte yönelmeye karar veriyoruz araştırmalarım doğrultusunda.. Möllevanstorget caddesi çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu genç kalabalık ve dolayısıyla uygun fiyatlı birçok ‘takılma’ mekanının adresi. Yavaştan kararan hava ve giderek soğuyan sokakları terkederek  kalabalık Coffee Point‘e dalıyoruz. Salaş, rahat ortamı seviyoruz. İyice dinlenip şehrin insanlarını inceliyor, önyargılı tavrımızı değiştirmeye çalışıyoruz… Yan masadaki genç ailenin minik kızı bana bir ‘kahve çekirdeği armağan ediyor. Aslında onu kahvemin içine atmamı ya da direkt yememi  istiyor ama ben ‘bu güzel kızın hatırasını ömür boyu saklamak istediğimi’ söyleyerek onu ikna ediyorum :-)

Bu moladan sonra yine ağır ağır yürüyerek merkeze doğru ilerliyor arada dükkanlara, binalara, insanlara alaka gösteriyoruz. Karşımıza çıkan harika bir barda birşeyler içme çabamız aşırı kalabalık yüzünden sonuç vermiyor. Bu beni çok derinden sarsmış olacak ki bu güzel mekanın adını bile hatırlamıyorum :-)

Akşam yemeğini burada yemeği düşünmüyor bir an önce canımız ciğerimiz ‘Kopenhagımız’a dönmek istiyoruz. Bu arada tüm günü sadece kredi kartı kullanarak ve hiç İsveç Kronu almadan tamamladığımıza hayret ederek son bir harcama daha yapıyoruz.Tren istasyonunun karşısındaki uyduruk hediyelik eşya dükkanından olmazsa olmaz koleksiyon parçalarını alıp, geldiğimize gördüğümüze memnun, aynı zamanda şimdi döndüğümüze memnun(!) veda ediyoruz bu şehre…

Elveda Malmö; bir daha görüşemeyiz herhalde!…

Malmö fotograflarına  #gezicigunluksweden ile instagram’dan ulaşılabilir…