Parma’ya ayak basar basmaz insanı saran duygu bu; bu şehir kocaman bir film seti. Filmin adı “Mutluluk”. Az sonra yönetmen bağıracak: Oyun!… Tam o sırada güneş daha çok parlayıp, zilini çalarak bir bisiklet geçecek önümden.. Önce yanımdan geçen şık kadın gülümseyecek bana, köşeyi dönünce de arabasının içinden tatlı bir bebek.. Harika bir film bu..ve 24 saatliğine başrol benim!..
Tren istasyonundan sokağa adım attığım anda anlıyorum bizi keyifli bir 24 saatin beklediğini. Şehir merkezi yaklaşık 1 km.; hava da güzel; yürümeyi seçiyoruz. Daha Strada Guiseppe Garibaldi‘ye girer girmez güzel detaylar, iştah açıcı vitrinler başlıyor.
Alışveriş notlarım arasında olan Salumeria Garibaldi ve Salumeria Verdi’nin vitrininde gözüm kalarak yürüyor, az ileride no. 61’de yine listemden tarihi pastane Pasticceria Torino‘yu görüyorum. Şimdilik hiçbirine yüz vermeden önce valizden kurtulmak üzere otelimize yöneliyoruz.
Parma film seti gibi dedim ya, işte bu durumuna yaraşır enteresan bir konaklama deneyimi ile karşı karşıyayız. Rezidenza Romeo e Giulietta, booking.com üzerinden yer ayırttığımız tesis. Teatro Due‘nin içinde!.. Yani biz bu film seti şehirde bir tiyatro binasının içinde kalıyoruz!.. Öyle ya; oyuncuyuz ve yerimiz de kulis.. Tiyatro binası deyince kötü şartlar gelmesin aklınıza; son derece rahat ve modern döşenmiş konforlu bir odada, ibis grubunun işlettiği, farklı konseptli bir tesiste kalıyoruz. Valizi odaya atıp şehre karışmak üzere koşar adım çıkarken binanın duvarlarını süsleyen temsil görsellerini fotoğraflamayı da ihmal etmiyoruz.
On dakika sonra Piazza Guiseppe Garibaldi‘deyiz; şehrin ana meydanı. Hep hayalimde Parma’ya gelir gelmez o en meşhur meydanda bir sandalyeye oturup etrafı seyretmek var. Gel gör ki meydandan çok hemen karşı sokağın hareketliliğinde aklım. Sağlı sollu kafeler, restoran ve dükkanlar, bisikleti ile sokağa girip çıkan şık Parmalılar.. Strada Farini. Bir gün içinde maksimum sayıda üzerinden geçilen, on ayrı adresi denenen, şimdiden özlenen güzel sokak..
Sokak boyu zaten listeme de aldığım birçok mekan var denenecek. Ancak şimdi küçük bir kahve molası için çok tanıdık bir dostun kapısını çalma vakti: RED by Feltrinelli. Milano yazılarımdan bilirsiniz, İtalya’nın D&R’ı Feltrinelli’nin RED konseptli mağazaları aynı zamanda güzel de bir kafe barındırıyor bünyesinde. İşte onlardan birini, sokağa nazır keyifli masaları ve sıcacık mini muffinler ile bu hareketli sokakta bulunca tanıdık bir başlangıçta karar kılıyoruz. Sokaktaki masalardan birine kurulup kahve ve tatlı eşliğinde önümüzde akan hayatı incelemeye başlıyoruz. İlk farkedilen çok sayıda bisiklet ve çok şık insanlar. Tüm yüzler gülüyor, herkes kibar, herkes mutlu..ne güzel!
Bu küçük moladan sonra meydanı çevreleyen diğer sokaklarda geziniyor, şehrin Opera Binası Teatro Regio, Cattedrale di Parma, Basilica di Santa Maria della Steccata, Palazzo della Pilotta gibi önemli yapıları görüyoruz.
Hemen süylemeliyim ki Parma aynı zamanda Verdi‘nin şehri. Parma’ya bağlı Busseto kasabasında doğan ünlü bestecinin portreleri hemen her türlü vitrinde karşımıza çıkarak bizi karizması ile etkilerken adına düzenlenecek olan Festival Verdi‘yi de birkaç gün farkla kaçırıyor olmak da yüreğimizi burkuyor. Bu üzüntüyü ana alışveriş caddeleri Strada della Repubblica, Via Cavour ve Strada Farini’yi arşınlayarak üzerimizden atmaya çalışıyoruz!.
Bu keşif turu sırasında sıkça rastladığımız bir makarna türü bizi öğlen ne yememiz gerektiği konusunda kesin sonuca ulaştırıyor. Tortella di Erbette en güzel şarküterilerin, en hoş restoranların ve taze makarna satan mekanların vitrininde. Hatta bu otlu tortellini öyle meşhur ki Parmesan peyniri ve Prosciutto di Parma gibi onun da magneti var!.. Vitrininin bir kısmını karizmatik bakışlı Verdi ve bu ünlü makarnaya ayıran şık Trattoria Salumeria Rosi‘ye yöneliyoruz. Ancak yol üzerinde ara sokaktan bize göz kırpan Degusteria Romani o kadar cazip geliyor ki aniden onu denemeye karar veriyoruz. Daha modern ve rahat tarzda dekore edilmiş popüler mekanda bir masa bulmayı başarıyoruz. Daha siparişimizi almadan müthiş Parma lezzetleri Parmesan ve Proşütto yanında birkaç üzümle birlikte ikram edilince çok mutlu oluyoruz. Siparişimiz net: 2 tabak “Tortelli Erbette della Tradizione, Insalata Mediterranea ve artisan üretim bira Emilia. İçi peynir ve aromatik yeşillik dolgulu, üzeri bol parmesanlı makarnamızın tadı inanılmaz güzel; resmen deliriyoruz.. Yanında ısmarladığımız salata ve biralar da gerçekten çok doğru seçimlermiş. Midemizi akşamı da düşünerek çok zorlamadan güzel bir öğle yemeğini kararımızdan çok memnun tamamlıyoruz.
Yemek sonrası yine listemdeki sokaklar ve ünlü dükkanlar arasında kısa bir tur var. Ama önce Lino’s Coffee Shop‘ta ayaküstü bir kahve molası.. Kahveyi içerken duvarda yazan Verdi sözünün anlamı üzerine mekandakilerle kısa ama keyifli bir mücadele(!) verdikten sonra kahvenin ruha enerji verdiğinde hemfikir olarak konuyu kapatıyor, kafeden neşe içinde ayrılıyoruz.“il caffé é il balsamo del cuore e delle spirito” Giuseppe Verdi.
Borgo Giacomo Tommasini şehirde hemen sevdiğim sokaklardan. Küçük dükkanlarındaki stil sahibi dünya markaları ile Milano havası estiriyor bir anda. Store 333 ve O Store en sevdiğim dükkanlar; ancak italya’da 2 hafta gezecek olan valizimde buralardan yapacağım alışverişe yer yok; sadece bakıp iç çekiyor ve aynı sokaktaki şarküterinin vitrinine yapışıyorum.
İtalya’da hep harika şarküteriler vardır ama Parma’dakiler gerçekten başka. Vitrinleri kuyumcu vitrini kadar ışıltılı ve ilgi çekici. Bu sokaktaki Salumeria Grisenti 1 no.lu ve Strada Farini’deki La Specialita 2 no.lu şarküterilerim oluyor. Kendimi bu iki vitrine her geçişte bakmaktan alıkoyamıyorum. Ve de evet, Parma çok küçük bir şehir olduğu için dönüp dolaşıp bunların önünden tekrar tekrar geçiyorum. Adeta Parma’nın ciğerci kedisiyim. Yine seyahatimizin devamını düşünerek bu güzel dükkanlardan alışveriş yapamıyoruz; ne üzücü. Oysa bu kadar çok çeşit ve iyi kalitede ve aynı zamanda bu kadar ‘ucuz’ Parmigiano Reggiano‘yu ilk kez burada -anavatanında- görüyorum. Anlaşılan “taş yerinde ağırdır” sözü Parma’da pek işlemiyor.
Tüm bunlar olurken sokaklar yavaş yavaş tenhalaşıp açık dükkan sayısı giderek azalıyor. Sokaklar sakinleşiyor, Parma’da “siesta vakti” başlıyor. hemen duruma ayak uydurup odamıza çekiliyoruz, birkaç saat dinlenip akşama Parmalı gibi hazırlanıyoruz.
…
Saat:17:00. Tekrar sokaktayız. İlk durağımız Emilia Cremeria. Yine Via Farini No.29’daki bu nefis dondurma dükkanı benim gibi aşırı dondurma meraklısı olmayan birini bile kolaylıkla ağına düşürüyor. Birer bardak nefis dondurmayı şehrin gençlerinin gürültüsü arasında içerideki odunların üzerinde oturarak yiyoruz. Enfes!.. Emilia İstanbul’a açılsın kampanyası falan yapılırsa ilk imza benden!..
Dondurma üzerine hemen hemen aynı caddelerde bir mini şehir turu daha yapıyor, aslında daha çok da insanları inceliyoruz. Bu şehirdeki huzur, mutluluk insana iyi geliyor. Bir yerlerde, küçük şehirlerde çok mutlu insanlar yaşıyor.. böyle düşündürüyor.
Aperitivo saati başlayınca Panino D’Artista‘nın sokaktaki masalarına kuruluyor bölge şarapları ile ekmek üstü atıştırmalıkları tadıyoruz. Bu, geceye başlangıç niteliğinde. Asıl hedefimizde ise şarküteriden alamadığımız güzel ürünleri tadabileceğiniz iki sağlam enoteca var.
Bu minik atıştırma üzerine kararan hava ve yanan ışıklar ile şehri bir de böyle görelim diyerek ana meydandan başlayarak minik bir tur daha atıyoruz. Siesta yaptıkları için dükkanlar 20:00 civarında hala açık.. Birkaç mağaza, kitabevi daha gezip hareketlenen meydana bakıyoruz. Hissiyatımız: Bu şehre iyi ki gelmişiz, iyi ki tanışmışız…
Sekizden önce acıkmış olsak araya bir de Pepen‘i sıkıştıracaktık ama bu seferlik listede kalıyor ne yazık ki.. Enginarlı payları, nefis sandviçleri denenemiyor..(B.go Sant’Ambrogio, 2) Kapısına vardığımızda saat sekizi birazcık geçiyor, Pepen’in kepenkleri tam da bu sırada iniyor..
Gecenin planlanan adreslerinden birincisi Enoteca Fontana. Sokağa taşan masaları şimdiden dolmuş sıcak atmosferli mekan. Ancak biz burada yemeğe oturup tüm geceyi o masalardan birinde geçirmeyeceğiz. Daha küçük ama çok yerel bir operasyonla Parma anılarımız arasına güzel bir deneyimi katacağız. Mekanın yan sokağından küçük ayrı bir giriş var. Daha salaş, samimi, ayaküstü. Müdavimler, ‘akşamları iki tek’çiler bu bölümde.
Hemen tezgaha yaklaşıp bölgenin en geleneksel şarabı hangisi ise onu istiyoruz. Yan tezgahtan da ekmek üstü atıştırmalıklardan birkaç çeşit seçip hesaba ekletiyoruz. Parma’nın geleneksel şarabı beyaz ve frizzante; yani köpüklü. Malvasia diye geçiyor cinsi.. Bunu öğrendiğimiz andan itibaren geceye bu tat ile devam ediyoruz. Bu mini yerel deneyim de yine bizi keyiflendiriyor; çıkışta masalarda oturanlara bakıp sanki daha güzelini başarmışız edasıyla havalı havalı yürüyoruz yanlarından. Yönetmen çekimi beğenmemiş de tekrar edermiş gibi -hani film setindeyiz ya- yine gündüz baktığımız civar sokakların akşam hareketlenip hareketlenmediğini gözetliyoruz. Çok da kayda değer bir hareket yok, şehri fazla da zorlamamak lazım..model bu..
İyice acıktığımızdan emin olunca gecenin son adresine yöneliyoruz. Tabarro. Gece 2’ye kadar en güzel şarapları en güzel şarküteri tabakları eşliğinde içebileceğimiz Tabarro’da karşı sokağa itina ile yerleştirilmiş küçük masalar ve kendi önüne serpiştirlmiş kocaman fıçıları es geçip iç mekana yöneliyoruz. İçerideki ayaküstü takılma alanlarını da boşverip direkt bara nazır, barın köşesi bir iki kişilik loca ediniyoruz hemen. Siparişimiz adını artık bildiğimiz Malvasia ve bir peynir bir de Prosciutto di Crudo tabağı. Yerimiz harika. Buradan tüm kesim ve hazırlık işlemlerini, gelip giden siparişleri, müdavimleri, dönen muhabbeti takip edebiliyoruz. Mekan, tattığımız herşey, gece harika!.. Uzun süre kalıyor, çok ama çok eğleniyoruz. Gece yarısı içeri giren dilenci bile kibar yahu, hayret ediyorum; bozuklukları mutluluk sarhoşluğu ile kendisine bol bol takdim ediyorum!.. Bildiğim italyanca kelimeler yine espri konusu oluyor ortamda, gülüyor eğleniyoruz işte..
Çıktığımızda geceyarısını geçmiş, günlerden Perşembe. Doğrusu otele dönmek. Ama doğruyu isteyen kim? Şu güzel şehirde tek bir gecemiz var, bırak doya doya yaşayalım. Gündüz önünden geçdiğimiz küçük tasarım dükkanlarının olduğu sokak Borgo Mazza Angelo‘da hipster ışığı olan küçük bir bar görmüş, burası gece hareketlenir demiştik; ona gidiyoruz. Meydandan geçerken aynalardan selfimizi, dar sokakta sokak lambasından duvara yansıyan gölgemizi çekiyoruz. Saçmalamak serbest!.. Saçmalıyor, eğleniyor ama sokağa da varıyoruz. Aynen tahmin ettiğimiz gibi. Herkes Ostemagno‘da toplanmış, sokağa yayılmış muhabbette. İçeriden toplam 2.60’a iki bardak beyaz kapıp kapıya çıkıp kalabalığın arasına karışıyoruz.
Epey bir vakitte burada böyle keyifle geçiyor. Arada bir birbirimize “düşün, Parma’dasın, şu an bu sokakta bu kalabalığın arasındasın” diyoruz. Öyle ya, Roma’da Pigneto, Milano’da Brera değil bu..bildiğin Parma!..
Geç saatte açık olmasına çok şaşırdığımız Cafe Tommasini‘den ayaküstü kahve içebilme şansını da yakaladıktan sonra daha fazla zorlamadan ‘otele’ komutunu veriyoruz kendimize..
Sabah 08:00; valiz taoplanmış, elimizde, tekrar Parma sokaklarındayız. Kahvaltı Cafe Caracol‘da. Kruvasan arası prosciutto; burada kahvaltı da böyle!.. Son kez bisikletli, huzurlu insanları izleyerek yapılıyor kahvaltımız.. Birazcık da hüzünlü, yola düşüyoruz. Tren istasyonuna kadarki o yol şehirle vedalaşma niteliğinde. Yine de tatlı ayrılalım diyor, şehrin meşhur pastanelerinden Pasticceria San Biagio‘ya yöneliyoruz. Şehrin tarihi pastanelerinden biri olan San Biagio’da Parma’ya yakışır küçük, tatlı bir kapanış yapıyor, tren istasyonuna varıyoruz.
Ayrılırken geride bıraktığım şehirden çok mutlu ayrılıyorum. Üstelik ayrılıyorum diye üzgün de değilim. Bir güne sığabilecek küçük bir şehri olabilecek en keyifli hali ile yaşadık, hiç sıkılmadan da ayrılıyoruz. Kimbilir belki bir gün yine yolumuz düşer.. O zaman Verdi’nin kasabasına, Peynir üretim çiftliklerine gideriz, müzelerinde dolaşır, Regio’da opera izleriz.. Birreria Vecchie Manieri’de biramızı içer, yemeğimizi Cocchi’de yer, Violetta di Parma sürer, Parma sokaklarında yine gezeriz!..
Herkes sever mi bilemem ama ben Parma’yı çok sevdim. Küçük, sevimli, düzenli, neşeli, zarif bir şehir Parma.. Az ama değerini bilene öz şeyler sunuyor.. Kendini sevdiriyor.. Parma’da çekilen film mutlu sonla bitiyor..