Bu yazıyı hazırlamak üzere ekranda yeni bir sayfa açmadan önce son Amsterdam yazımı okudum.. Şöyle bitirmişim yazıyı;
“Kendine gönlümde yavaş yavaş sağlam bir yer hazırlıyorsun, hissediyorum.. Tekrar güneşli ve neşeli günlerinde seninle buluşmayı ümit ediyorum..”
Hayat gerçekten içten dilediğini veriyor demek ki.. Amsterdam ile gerçekten de çoook güneşli ve neşeli günlerde buluştuk yeniden!.. Hem de öyle böyle bir güneş değil!. İlk ziyaretimizin tüm dondurucu, karlı, buzlu, fırtınalı anılarını ısıtırcasına, aramızdaki hava durumu hesabını kapatırcasına, zaman zaman birazcık bayıltırcasına(!) bir güneş!.. Şehri coşturan, mutluluk saçan, bu şehre karşı kalbimizi iyice ısıtan bir güneş.. Evet, gerçekten de bu şehirle aramız artık iyice ısındı; beni, “Amsterdam mı? Seviyorum uleennnn!..” kıvamına getirdi!
Şimdi bu yazıda beni bu ruh haline getiren, şehirde sevdiğim, aklımda kalan, hiç unutmak istemediğim detayları, sevdiğim şeyleri toplamak istiyorum ama bir yandan da biraz endişeleniyorum. Ya bu yazı ilk kez gidecek olan birinin eline geçer de sırf bu yazıya dayanarak şehri gezerse diye.. Çünkü biz bu sefer baya baya unuttuk sadece 10 günlüğüne geldiğimizi, geri döneceğimizi.. Tasasız, telaşsız, şunu görelim, şunu yapalım diye bir an bile düşünmeden ne güzel takıldık.. Şöyle bir bakıyorum da zaten ilk ziyaretimde şehirle ilgili fasikül fasikül resmen ansiklopedi yayınlamışım.. Ne yapılır, ne yenir, ne alınır, bedava etkinlikler, ulaşım, görülecekler derken, ilk kez gidecek olanlar için ayrıntılı bir rehber var aslında. İsterim ki, ilk kez gidecek olanlar önce onları okusun; eğer çok isterse bu notlardan da eser miktarda faydalansın.. Çünkü şu yazmakta olduğum notlar daha çok bu kez sadece anın tadını çıkarmakla ilgilenen “ileri seviye Amsterdam tutkunları” için..
Kısayol tuşu.
Bir şehir ile tekrar buluşma anı belki de biraz klasik olmalı. En iyi bildiğinden, en sevdiğinden, sana orada olduğunu en hızlı hissettirecek yerden başlamalısın. Biz öyle yaptık. Aklımıza gelen ortak adres; şehre ısınmak için kısayol tuşu: Hoppe. Hep kalabalık Spui meydanı, tramvay sesi, köşedeki dergici, biraevine dalıp aynı barmeni görmek, o Hoppe yazan bardaklar, bitterballen ve hesabı öderken duyulan ilk “dank u wel” nasıl da iyi geldi!. Hepsi en fazla yarım saatte oldu. Sonrasında yolu bilen ayaklarımız bizi kanallar arasındaki en keyifli sokaklara götürdü..
Sokaklar bildiğimiz, kanalllar bildiğimiz ama ortam hiç bilmediğimiz!.. Meğer hava böyle sıcak olunca bu şehrin içinde saklı neler ortaya çıkarmış.. Kanallar boyu kocaman tekneler, ince giyimli, mayolu insanlar, kovalarda şaraplar, köprülerin altından vızır vızır akıyorlar!.. Hava güzel olunca keyifli olacağını hissedersin ama böyle bir tabloyu asla kestiremezsin. Bu sıcak günlerin ne güzel çıkarıyorlar keyfini.. Tekne yoksa yine de sorun yok, bacaklar hemen sarkıveriyor kanala… bir şekilde keyifle takılıyor insanlar.. Böyle başlamak ne güzel oldu.. Sonraki her gün, her an yine çok keyifliydi..
Sokaklar..
9 Straatjes /Burada her sokak, her dükkan güzel; ayaklarım defalarca farketmeksizin yeniden, yeniden sürükledi bu sokaklara beni..
Jordaan’ın bütün sokakları / özellikle Brouwersgracht yakınları.. Sakin, kapı önü banklı evler ve sakinleri, seviyorum hepinizi!. Hele güzel havada masayı sokağa çıkarıp mumları yakıyor, şarapları açıyorsunuz ya, işte orada bitirdiniz beni!..
De Pijp akşamları / Yeni bir huy edindik; geceleri yemek üstüne yapılan yürüyüşler hep De Pijp’te.. Perdeleri açık evlerden ev beğenmek için!. Ah, Frans Halsstraat’taki o dükkan ev.. Hani yatak odası ile salonu ayıran üç dört basamağın yarattığı çıkıntıya çalışma masası kondurulan.. Sonra istikamet minik meydan Gerard Douplein.. Kimi akşam meydan sakin, kimi akşam mekanlardan sokağa dökülen kalabalıklar..
Haarlemmerstraat / Merkeze kadar uzanan bu dar cadde küçük dükkanları, yeme içme mekanları, renkli kalabalığı ile sık sık yolumuzu düşürdüklerimizden.. Bir akşam bir kadeh şaraba Stuyvesant’a, gündüz Store without a Home’dan bir obje kapmaya..
Kanallardan uzaklaştıkça. şehrin havası değişiyor.. Daha lokal, daha sürprizli, keyifli oluyor.. ara ara Berlin’i, anımsatıyor.. Bazen tekrar bir kanala çıkana dek Amsterdam’da olduğumu bile unutturuyor.. Hele bizim uzak mahallemiz Hoofddorpplein. Bir kitapçıda elime geçen “Amsterdam’da turistlerden uzak nasıl takılırsınız” kitabında bile bizim semt var; bir kaç yıla epey meşhur olur..
Willemsparkweg / Kaç kişinin yolu düşer geçer bilmem.. ama bizi merkeze bağlayan 2 no.lu tramvay uzun uzun bu caddeden geçiyor; ben bu yol boyu tuğla binalara hayran, semt kafelerine meraklı, bakıp bakıp duruyorum.. Yetmiyor, tramvaydan inip önü bisikletli , ikiz kapılı bu şık evler arasında yürüyüp aralara dalıyorum, Simon Meyssen fırınının vitrinine yapışıyorum, turistten arınmış normal bir semtte olmanın keyfini doya doya çıkarıyorum..
Kahveler.
Bir önceki ziyaretimiz göre kahve meselesinde epey fark var; her köşeye iyi kahve dükkanları açılmış, nitelikli kahve tutkusu burada da gözle görülür biçimde artmış.. White Label Coffee haricinde rotam üzerinde mola için uğrarım diye not aldıklarımdan şunları deneyebiliyorum:
Monks Coffee Roasters / şehrin en yenilerinden. Hem demleme kahveler hem de espresso bazlı kahveleri hazırlıyorlar. Dekorasyonundan, servis ve sunuma, içtiğim kahveye kadar herşeyi sevdim.. Üstelik sahibi de çok ilgili..
Lot Sixty One / benim şehirde en sevdiğim dükkan. Yine ister espresso bazlı ister demleme kahvenizi birkaç basamak aşağıdaki kocaman kavurma makinesinden gelen çekirdek şıkırtısı ve mis kokular eşiliğinde yudumluyorsunuz. O yüzden buranın havasına da kahvesine de bayıldım ve yolumu da sık sık buralara düşürdüm..
CT Coffee and Coconuts / De Pijp semtinin en en büyük ve en keyifli mola adreslerinden . Adından da anlaşılacağı gibi menüsünde hem kahve hem de taze kesilip servis edilen hindistancevizi suyu var. :) White Label’ın kahvesini kullanıyorlar. Bir daha gidersem sadece kahve ya da farklı bir meyve suyu içerim ama; hindistan cevizini kesip içmek bana göre değilmiş!.
Toki / Jordaan semtinin en güzel kahve dükkanı. Berlin’deki Bonanza Coffee Heroes’un çekirdekieri ile espresso bazlı kahveler yapıyorlar. Kahvenizi yudumlarken dışarıya bakıp Jordaan’ın renkli insanlarını gözlemliyor ya da kahve ile ilgili gözde dergileri karıştırabiliyorsunuz.. Buranın da çok konuşkan ve iyi bir baristası var. Bu dükkanda vakit geçirmek gerçekten keyifli.
Koko / Red Light bölgesine yakın olan bu dükkan ise hem bir kahveci, hem de tasarım ürunler satan bir dükkan. Kahvelerinde Antwerp’li Caffenation çekirdekleri kullanıyorlar. Ortak masasında bilgisayarını açıp tıkır tıkır çalışanlar arasında ya da kapıya yakın, tabure üstü, kanal manzaralı bir mola verilebilir. Gece halinden resmen nefret ettiğim bu bölgede gündüz yapılacak bir fotoğraf gezintisi için gayet iyi bir mola seçeneği.
Screaming Beans / 9 Sokaklar’daki (9 Straatjes) alışverişe küçük bir cappuccino molası için bir klasik. En son hava soğukken bu dükkana girmiş ve pencere önünde sokağı izleyerek içmiştim kahvemi.. Bu dükkandan bir şekilde çok keyif alıyorum..
Stooker / burası biraz daha özel bir dükkan. Normalde sadece kavurmayı burada yapıyorlar ama yalnızca Cumartesi günleri meraklıları ile kahve üzerine biraz sohbet ve tadım için öğlenden itibaren birkaç saatliğine açıyorlar. ben de tam kapanırken yetişip sohbet ve tadımı kaçırsam da çekirdek almayı başardım. Sonrasında da bu kadar yol gelmişken keyiften Oostpark’ta biraz çimlere yayıldım..
Pazarlar.
IJ Hallen / Amsterdam Centraal tren istasyonun arka çıkışındaki feribot iskelelerinden 906 no.lu NDSM werf feribotuna biniyorsun; az sonra girişine 5€ ödeyerek gireceğin Avrupa’nın en büyük bit pazarlarından birindesin. Onlar en büyük olduğunu iddia ediyor ama bana öyle gelmiyor. Fakat çok tezgah var ve oldukça renkli, eğlenceli. Birkaç plak aldık, ahşap kutusuyla beraber 6 tane Fransız Gien tabağı da 6€’ya kaptık.. Molayı Pllek’te verip finali Noorderlicht’te yaptık.. Şahane bir gündü. Tek sorun, ayda sadece tek bir haftasonunda yapılıyor; denk gelirsen ne ala!.
Noordermarkt / Bu pazara bayılıyorum. Jordaan’da sadece Cumartesi ve Pazartesileri.. Organik gıda, pazar kahvecisi, biraz eski eşya -ki bu kez çok azdı- fırın tezgahları, ekmekler, sandviçler, rengarenk çok güzel bir kalabalık.. Yine bir Cumartesi gününde buraya uğramak çok iyi geldi.
Bir de pazar hariç hergün kurulan yerel pazar Dappermarkt’a uğrayacaktım ama yolum düşmedi; ben de hiç zorlamadım..
Dükkanlar.
Amsterdam olmuş konsept dükkanlar cenneti!. İki farklı ürün grubunu birleştiren adına konsept dükkan demiş; şehir irili ufaklı tatlı dükkanlarla dolup taşmış.. İşte uğradıklarım, alışveriş yaptıklarım, aklımda kalanlar;
Things I Love Things I Like / Birkaç şubesi içinden Dokuz Sokaklar’daki pop up olanına denk geldim ilk olarak.. Giysileri pek tutmadım ama tabak çanak aklımı aldı. Tam almadan çıkıyordum duvarındaki “Buy it or cry later” yazısını görünce sonra pişman olmamak için geri dönüp peketlettim birkaç tabağı..
T.I.T.S / En eğlenceli konsept dükkanlardan.. Çok büyük değil ama isimden gelen bir komiklik var dükkanda. Kaktüslü bir pin aldım, meme çıkartmalı bir pakete koydular :)
Tally Ho / En sevdiğim dükkanlardan biri. İçinde sevdiğimiz markaların giysileri ile yerel markaların ürünleri ve kendi ürünleri harmanlanmış iç açan bir mağaza.. Çok sevdiğim POM Amsterdam boyun aksesuarımı bu mağazada buldum..
Hutspot / En popüler, son dönemin en çok konuşulan konsept dükkanı herhalde burası. Günümüzün popüler minimal markaları, ev aksesuarları, kırtasiyeden bitkiye bir sürü enteresan şey, bir berber dükkanı, tüm gün yayılıp çalışılabilecek bir “coffice” ve yan tarafta da bir barı var. Tüm bunların arasında asıl aklımda kalan, buradan aldığımız keçe bardak altlıkları ile fotoğraf kulübesinde çektirdiğimiz komik ve saçma fotoğraf!..
Cotton Cake / De Pijp’nin barlarla dolu hareketli sokaklarından birindeki bu dükkan da kafe / giysi ikilisi içeren küçük konsept dükkanlardan..
Wildernis / Son günlerde Amsterdamlı instagrammer/bloggerların içinden çıkmak istemediği bu dükkanın alamet-i”harikası”, yeşillikler arasındaki kafesi. Aslına bakarsanız bizim bitki – kahve dükkanı Müz’ün Amsterdam şubesi gibi kendisi..
Droog Amsterdam / En eski ve en iyilerden Droog hala ürün seçkisi ile ilgiyi üzerinde tutmayı başaranlardan.. Sadece bakarım diye girip enfes bir yaka iğnesi, bir askı alıp bolca da ilham dolarak zor çıktım yine içeriden..
Store Without a Home / Bu sefer sıklıkla yolumuzu düşürdüğümüz Haarlemmerstraat’ın keyifli dükkanlarından biri olan bu harika adreste şu günlerde bana sıkça sorulan “o duvardaki tilkiyi nereden aldınız acaba?” sorusunun cevabı var. Assembli’nin yarattığı karton heykel serisini tüm çeşit ve renkleri ile komple bu dükkanda bulabilmek mümkün..
Bunlardan başka; Gather Shop Moxhi çantaları, Archive Store o müthiş keçe filamingolar ve Restored da Origami marka kayık yaka iğnesi, Maison NL de diğerlerinden ayrışan farklı dekoratif obje seçimleri ile akılda kalan diğer konsept dükkanlar..
Her seyahatte yaptığımız gibi biraz mesleki alışkanlıklar nedeniyle, biraz ilham için P.C.Hoofstraat ve çevre sokaklardaki lüks butikler arasında da “window shopping” için dolanıyoruz elbette..
Ayrıca gidilen her şehirde eğer mağazası varsa uğranan Tiger, &Other Stories, Urban Outfitters, Monki ve Weekday de elimizden kurtulamıyor!. Ya da belki biz onlara para kaptırmaktan kurtulamıyoruz demek daha doğru olur :)
Son olarak çiçek sulamak için aşırı tatlı bir plastik çaydanlık aldığım NooooSugar’ı da anmadan edemem!..
Güzel Şeyler.
Harita Dükkanı A la Carte / Hayatımda gördüğüm en çekici dükkanlardan biri. Tamamı haritalar, seyahat kitapları, bu konseptte kırtasiye ürünleri ve yerküreler ile dolu.. Şemsiyeden abajura, plaj topundan çantaya herşeyin haritalarla kaplı olduğu bir dükkan düşünün; sizce de çekici değil mi?
Westerstraat’ta köşedeki oyuncakçı / Hemen hemen 1 saatimizi çalan bu oyuncakçıdan minik minik bir sürü obje, koleksiyonluk teneke oyuncaklar ve 3 güzel robot kapattık. İnsan burada yarım gün geçirse ıvır zıvır arasında bir servet harcar!.
Marie Stella Maris / Uzun zamandır radarımda olan çok özel bir marka. Sadece su(içme suyu) ve ev -vücut kozmetiği üretiyorlar. Şu ara Amsterdam’da tüm havalı mekanlarda onların ikonik şişeli suyu servis ediliyor. Gelirlerinin bir kısmını Hindistan’da, Afrika’da temiz su kaynağı projeleri için harcıyorlar. Alt katta şahane bir bodrum kafeleri var. Ve mis kokan çok ferah bir dükkanları var. Ve ve ve el kremleri acayip güzel!. Tüm bunlar birleşince Dokuz Sokaklar’daki harika mağazaları ilk ziyaret edilecekler arasına kendiliğinden giriyor.
Amatør / Aslen bir Amsterdam markası olsa da Kopenhag’a öykünen markanın logosu bile takipçisi olmak için yeterli. Şu ara bir Hollanda ünlüsü, bir paparazziye falan yakalanacaksa üzerinde Amatør yazılı sweatshirt olması şart!. Directør yazanı da ayrıca seviyoruz tabi.. Buradan aldığım VINØ yazan şarap şişesi pin şu günlerde hep ceketimin yakasında..
Tony’s Çikolata / İşte Amsterdam’ın en ikonik alışveriş kalemlerinden biri daha; Tony’s Chocolonely!. Havalı süpermarket Marqt’a rastlayınca hemen içeri girip birkaç paket atmalı çantaya.. Paketi ayrı, içi ayrı fotoğraflık; tadı da fena güzel..
Plaklar.
Plak fuarına denk getirilen bir seyahattte plaklardan bahsetmeden bir yazıyı bitirmek mümkün olmasa gerek..Amsterdam plak sevenler için cennet şehirlerden biri. İlk ziyarette 14 ya da 16 plak dükkanı ziyaret etmiştik.. Bu kez de baya fazla adrese uğrayıp plak seçtik diyebilirim;
Concerto / Şehirde daime en sevdiğimiz plak dükkanı. Plaksever bir insanın içinde tüm bir günü geçirmesi hem çok normal hem de çok zevkli..Kafesi, tuvaleti, wiFi’si, binlerce plağı ve Cuma-Cumartesi konserleri olan Koncerto’yu ailecek seviyoruz.
Rush Hour / Yeni hali pek havalı olmuş. Özellikle akşamüstü saatlerinde uğramak çok keyifli. Bence burası şehrin ikinci en güzel plakçısı.
Distortion / Tam bir plak çöplüğü!.. Girişi bile kapatacak kadar çok koli içinde karma karışık binlerce plak.. Eski plaklar arasında eşelenmeyi seven bir plaksever değerini ve keyfini çok iyi anlar..
Flesch Records / Hem plakçı hem de manav!. Hayatımda gördüğüm en ilginç ikili. Kapının önünde poşetler içinde epey organik görünümlü armutlar elmalar yanıltmasın; içeride baya sağlam bir caz ve klasik müzik arşivi var. Son derece sıcak ve keyifli bir dükkan..
Recordmania / De Pijp semtinin en güzel dükkanlarından.. Yerler, tezgah plaklar ile kaptı. Çok geniş bir ikinci el arşivi var. Sadece görmek için bile bu dükkana gelinir..
Haircuts & Records / İşte şehirdeki konsept dükkan çeşitliliğine bir örnek daha.. Bir katta saç traşı olup diğer katta plak karıştırmak baya havalı bir durum..
WaxWell Records / Dokuz sokakların güzel cepheli plakçısı Wax Well de rastgele reyonları karıştırıp eşelenmek, sürpriz plaklar yakalamak için iyi adreslerden biri..
Plak Fuarı / Her yıl Eylül ayında RAI Amsterdam’da düzenleniyor. Daha önce gittiğimiz Utrecht Plak Fuarı ile aynı organizasyon ama galiba birazcık daha küçüğü.. Plağa gerçekten ilgi duyan ve böyle bir deneyim yaşamak isteyenlerin aklında olmalı; belki tarihler tutar..
Yemeler. İçmeler.
Bu seyahatin bizi yormama sebeplerinden biri de bu yeme içme meselesini akışına bırakmak oldu sanırım. Kafayı bir adrese takmadan, illa ki gideceğim, deneyeceğim demeden, acıktığımızda yakın çevremizdeki alternatifleri değerlendirerek; bir gün önünden geçerken çekici bulup “yarın deneyelim mi?” diyerek iyi çözdük bu işi. Çok da iyi ettik.. Genel olarak baya mutluyuz. Aşağıdakiler de bu çabasız mutluluğun adresleri.
Latei / Yalnız takıldığım günlerden birinde Niewmarkt yakınlarında uğradığım bu küçük kafede mini bir öğle arası verdim. Açık sandviçlerden birini yerken mekandaki objeleri incelemekle meşguldum. Çünkü içerideki tüm dekor aynı zamanda satılık..
Klaver4 / Hep söylüyorum. Amsterdam’da öğle aralarını çok seviyorum diye.. Yoğun bir çorba ya da açık sandviç ile geçiştiriliyor öğlenler.. ama genelde hep çok lezzetli ve hafif.. Concerto’nun karşısındaki Klaver4 sevdiğimiz adreslerden.. Yine bir öğle arasında açık sandviçleri bizi mutlu etmeye yetiyor..
Omeleggs / Sabah kahvaltısında omlet sevenler için bir çeşit cennet. Geniş bir menüsü çok tatlı bir dekorasyonu var. En az bir sabah uğramaya değer.. Servis birazcık yavaş klasik olarak ama en azından pancake mekanlarında olduğu kadar değil. (Amsterdam’da pancake demek birkaç saati harcamak demek ne yazık ki.. Tavsiye üzerine gittiğimiz Pancake Bakery’de de durum değişmedi; iki pancake için yaklaşık 2 saatimizi harcamak durumunda kaldık)
Bagels and Beans / Kahve ve bagel tarzı sandviçler sunan bu yaygın ve bilindik zincirin iki şubesi bu seyahatte sabahları joker olarak epey iş görüyor. Kaizersgracht köşesindeki kanal manzaralı şubede minik bir kahvaltı için “good morning”; bizim mahalledeki sabahları caz çalan şubede de “lazy breakfast” favorilerim oluyor.
Van t’Spit / Önünden geçerken radarımıza takılıp ortamını beğendiğimiz bu tavuk zinciri akşam için sevdiğimiz adreslerden biri artık. İçeride ateşte piliç çevirmeler, dışarıda paylaşımlık masalar, emaye tabaklar, mısır, coleslaw salata ve piliç. Mmmm!..
Pazzi / İşte bizi mutlu eden bir başka zincir. İtalyan Pazzi. Odun fırını, İtalyan pizza ustaları, sudan şaraba herşeyin İtalyan olduğu detaylar ve menüyü uzatırken “prego” diyen işletmeci bizi cezbetse de asıl sevme denediniz elbette iyi pizza..
Kevin Bacon Bar / Uzun zamandır radarımda olan Hotel not Hotel adlı uçuk kaçık konaklama alternatifinin barı Kevin Bacon özellikle yolumuzu düşürdüğümüz sayılı adreslerden. Dışarıdaki masalarında oturmuş koktelylerimizi ve Thai atıştırma tabağımızı beklerken verdiği hissiyet kesinlikle Berlin’deymiş gibi.. Kokteyller ise gayet özenli.
Otaru Sushi / İki sushi canavarı olarak nereye gidersek illaki bir akşam sushi ile geçecek takıntısıyla Foursquare danışıp aldığım yanıttı Otaru. Ekonomik, yerel, taze, iddiali değil ama gayet yerinde tercih.. Öyle olmasa iki gece birden gider miydik?
Foodhallen / Amsterdam’daki tüm sokak lezzetlerini kapalı bir alanda toplayan, ortası bar, pazar yeri havasındaki Foodhallen özellikle akşamüstü çok keyifli. İki kez uğradık, birinde günlerden Cuma’ydı ve Dj de vardı.. Orta bardan lokal bir artisan bira kapıp kenardan ufak ufak abartmadan seçmeli çeşitleri.. Ama mutlaka bir “Temaki” yemeli..
The Butcher / Şehirdeki burger restoranları arasında şu aralar en popüler olan zincir Butchers. Birçok noktada gördük ama sanırım ortam olarak en iyileri De Pijp’deki şube ve Foodhallen’daki.. Biz Foodhallen’ı denedik; burger gayet iyi idi..
Breakfast Club / Yine birkaç şubesi olan bu kahvaltı zincirini belki gideriz diye not almış olsam da kahvaltıya kısmet olmadı ama öğle yemeği niyetine iddialı tabaklarından birini denedik. Ekmek üstü bonfile üstü yumurta. Şu an yazarken gözlerimden kalpler çıkıyor!. Geç kalkanlar, akşamdan kalmalar ve gün boyu kahvaltı sevdalıları için iyi adres.
NJoy / Son derece turistik bulduğum Leidseplein yakınında bar kokteyl bar denedik bu kez. İsim de semt de kötü bence ama içtiğimiz şampanyalı kokteyl ve mekan ilginç bir şekilde güzeldi. Öylesine girip menun ayrılmak güzel şey..
Bunun dışında akşam içkisi için yedeklediğim adreslerden;
Butcher’s Tears’ın kısıtlı servis saatlerine uyamadık; Vesper Bar’a gittik ama bomboştu; Hiding in Plain Sight’a iki akşam gitmeye yeltendik ama yürümesi zor geldi; Huxton Amsterdam’ın Lotti’si için de galiba fazla istekli değildik.. Dedim ya bu seyahat zoraki ziyeretlerden uzak, kafamıza göreydi..
Onlar yerine adına bile bakmadan rastgele mola verdiğimiz köşebaşı barları, kanal üzerindeki köprüye atılan masalarda içilen biralar ve güneşi batırmalar, bir kutu çilek alıp kanal kıyısında oturup yemeler zaten yeterince tatlıydı..
Ortamlar.
Hollanda’da yeni bir kelime öğrendim: “gezelligheid” sıcak, samimi bir ortamda olmak, sosyalleşmek demekmiş :)
Uğrama şansı bulduğum birkaç “gezelligheid” adresi paylaşmak isterim:
Pllek / Merkez istasyonun arkasından NDSM werf feribotuna atlayıp karşı kıyıya varıyorsunuz. Bahçede uzun tahta masalar, minderli yayılma platformu, şezlonglar, içeride ayrı bir salon..Kahvaltıya da gidilir, akşamüstü canlı müzik başladığında günü batırmaya da.
Noorderlichtt / Pllek gibi NDSM’de yer alan mekanda haftasonları yoğunluk nedeniyle masaya servis değil, kuyruğa girip almak gerekiyor atıştırmalıkları.. Ortam yine son derece rahat; bizim gittiğimiz gün bir grup canlı olarak caz çalarken yerlerde super tatlı giyinmiş stil ikonu bebekler emekliyordu :)
Brouwerij t’IJ / Şehrin içindeki gerçek bir yeldeğirmeninin altındaki bu bira fabrikasında akşamüstü büyük kalabalıklar toplanıyor. Masalarda çeşit çeşit biranın eşlikçisi yerfıstığı, peynir, ve haşlanmış yumurta!
Roest / Burası da bambaşka bir alan.. Sokak sanatları, clubbing, yemek, biraz da plaj..Biz insanların mayoları ile takılabildikleri sezonun son günlerini yakalamış olsak da kapalı alanı da soğuk havalarda keyifli olacaktır.
Süper ince pizzası ve dip soslu enginarından şu an olsa da yesek!
Hannekes Boom / Merkez istasyonun yanından kısa bir yürüyüşle ulaşılan, Nemo müzesinin tam karşısına gelen Hannekes Boom’dan Amsterdam’a karşıdan bakmak çok keyifli. Bahçedeki masalarda takılmak güzel ama kışın içerideki o kocaman sobanın kenarında oturmak nasıl olur, merak ediyorum..
Melkweg / Şehrin önemli sahnelerinden biri olan Melkweg’in her katında ayrı bir etkinlik var. Bu kez denk getirdiğimiz Dave Harrington Group konserine sevinirken bir hafta farkla kaçırdığımız Plaid konseri için üzülmeden edemedik..
Yakın uzaklar.
Bu kez şehir içinde turistik hemen hiçbir şey yapmayıp turistik kontenjanımızı yakın uzaklardan yana kullandık.. Nerelerdir oralar?
Edam / Merkez tren istasyonunun üstündeki otobüs durağından 14/15 no.lu perondan kalkan otobüsler ile kolayca ulaşılıyor. Bir günde birkaç köy gezmek için günlük 10€’luk biletten alıp Edam’a direkt giden 314’e atladık. Yeşil çayırlar ve inekler arasından kısa bir yolculuk ile vardığımz Edam bisküvi gibi evleri, harika doğası, ördekleri, peynir dükkanları ve peynir pazarı ile sakin ve sevimli bir cennet köşesi.
Volendam / Edam’dan bu kez aynı bilet ile 316 no.lu otobüse atlayıp kısa sürede Volendam’a vardık. En turistik, en fotografik kasabalardan biri. Üçgen çatılı renkli evleri, kıyı boyu lokantaları, marinası ile sevimli bir kıyı kasabası Volendam. Bu kadar renkli olunca her tur grubunun da rotasında oluyor elbette. O yüzden en çok lokanta ve turistik eşya dükkanı alternatifi de burada.. Kıyı boyu yürüyüp evlerin güzelliğine hayret etmek, denize karşı yeme içme molası vermek lazım. Biz rastgele beğendiğimiz lokantada oturup Fish&Chips yedik..
Marken / Volendam’da yeterince tur attoığımıza emin olduktan sonra bu kez o biletleri saklayıp Marken’e geçen tekneler için 7.5€’luk biletlerden alıyoruz. Tekne çabucak Marken’e varıyor. Marken mi? İnsanın varlığına inanamayacağı kadar masalsı bir adacık. Kıyıda hafiften müzeye çevrilmiş tipik Marken evleri var; bunlardan birinin içini gezmek iyi fikir olabilir. Yatak odası olarak kullanılan bölmeler ve şipşirin mutfak bana çok ilginç geldi.. Sonrasında enine boyuna Marken sokaklarını arşınlayıp tüm evlere hayran olmak, koyunları sevmek, ha bir de tahta ayakkabı atölyesini gezmek lazım..
İnsan tatlılığa da bir süre sonra doyuyor.. Buradan adayı Amsterdama bağlayan uzun ince yol üzerinden yine o sabah aldığımız limitsiz otobüs biletini kullanarak 315 no.lu otobüs ile Amsterdam’a dönüyoruz. Dileyen tekneyi hiç karıştırmayıp farklı bir rotadan sadece bu bilet ile de gezebilir, hatta biraz hırs yaparsa 3’ten fazla kasabayı bile bir güne sıkıştırabilir..
Zaanse Schans / Bir başka günün turistik aktivitesi yeldeğirmenleri ile ünlü Zaanse Schans. Buraya da yine Amterdam merkez istasyondan kalkan 391 no.lu otobüs ile gelinebiliyor. Ama biz biraz rotayı değiştirdik. Zaandam aktarmalı minik bir tren yolculuğu ile gelip kasabanın içinde değil, köprünün karşı tarafında indik. Sabah erkendi. Karşı kıyıda tam köprünün ayağında bulduğumuz pastanede neredeyse Boşnak Böreği tadında enfes ıspanaklı böreker hüplettik; kahvelerimizi elimize aldık; köprüden yeldeğirmenlerinin sıra sıra görmenin heyecanı ile bir çırpıda geçtik. Bence soğuk bir havada gidenler bu macerayı bir yana bırakıp 391 no.lu otobüsü seçse daha doğru olur; buralar fena rüzgarlı gibi!.. Peki burada ne yapmalı? Elbette başrolde değirmenler.. İçten ya da dıştan hepsini görmeli, baharat değirmenindeki dükkandan hardal almalı, peynir dükkanına uğramalı, sıcak kakao içmeli, belki bisiklet kiralayıp çevreyi gezmeli.. Ama eğer hava güzelse kesinlikle çimlere yayılıp ayakkabıları çıkarmalı ve yeldeğirmenlerini uzaktan seyre dalmalı.. Burası resmen bir masal dünyası..
Zaandam / Yeldeğirmenlerine doyunca 392 no.lu otobüse tek yön bilet alıp Zaandam’a geçtik biz. Çünkü Zaandam’da yapacak iki şey var. Birincisi Inn Hotels Zaandam’ın ilginç mimarisini görmek diğeri de Primark mağazasını ziyaret etmek!. Hani şu 1-2€’ya birşeyler bulabildiğin, insanların koca koca poşetlerle çıktığı yer.. (Kasım’da Amsterdam’a da açılacağı için burası popularitesini kaybedecek gibi görünüyor) Önce Zaandam Dam meydanında Manzo’s da birşeyler atıştırıp minik ve sevimli şehir merkezini gezdik. Oteli gördük, Primak’a uğradık ve tekrar trene atlayıp 10 dakika’da Amsterdam’a döndük..
Zaandam kısmı çok keyfi ama saydığım diğer sevimli kasabalar öyle sevimli ve ulaşımı kolay ki, seyahat rotasına eklenmemeleri hata olurmuş.. Çok keyifliydi.. Herkes bu kasabaları bir kez mutlaka görmeli..
—
Amsterdam ile bir randevunun daha böylece bitti. Herşey öyle güzeldi ki.. Telaşsız, çabasız, rahat, sanki bu şehirde yaşıyoruz, herşeyi 10 güne sığdırmak zorunda değiliz gibi takılmak bize çok iyi geldi. Dinlendik, sıfırlandık, rahatladık.. Yine de bu kadar çok şey yapmamıza rağmen son zamanların en dinlendirici seyahati idi.. Demek ruhu dinlenince iyi oluyor insan.. Bunda bu tasasız tavrımızın yanısıra konaklama için seçtiğimiz bölge ve otelin de etkisi olabilir biraz.. Merkezin tramvay ile yarım saat kadar dışındaki West Side Inn Hotel başlangıçta sadece o dönem için bulabildiğimiz en uygun fiyatlı yer olduğu için tercih edilmiş olsa da daha ilk gün odadan çıkıp Westlandgracht kanalı kıyısından yürüyerek durağa giderken tam bize uygun bir şans olduğunu kanıtladı. Bölge ilk kez gidecek birine uygun değil ama bize gerçekten çok uygundu..Her sabah 2 no.lıu tramvayın geçtiği durağa kadar yürürken o kanal boyunun huzuru, renkler, etrafta özgürce uçuşan yeşil papağanları bana burayı evim gibi hissettirdi. (İlk kez gidecek olanlar için daha çok Leidseplein ile Museumplein civarındaki tesisleri öneriyorum..
Şu an yazarken yine o anki hislerime döndüm.. Amsterdam’ı bir anda özledim :) Eminim ki birkaç yıla kalmaz Amsterdam yine planlarımızda olacak.. O zamana kadar şehir, gidecek olan diğer müdavimlerine emanet!.
offf Aydan offfff (gözlerden kalp çıkan emoji)
Bu seyahatinin fotoğraflarını geçen yıl instagram’da gördüğümde ”yeniden, bu defa yaz olsun, Amsterdam benim olsun” diyerek likeladım. Almanya için kış başında yaptığım schengen vizesi başvurusu uzun dönem çıkınca bu yaza Amsterdam biletlerini kaptım. Amsterdam benim için tek kelimeyle ”mutluluk” demek; çünkü bisiklet tepesinde geçirdiğim her saniye bana çarpı 100, 500. öyle mutlu oluyorum ki orda ama hep kışa, sonbahara soğuğa denk geldi önceki ziyaretlerim. Hissediyorum bu sefer çok başka olacak. Belki yüzerim de, mayoyu bavula atmak da fayda var.
Daha önceki seyahatlerimde de yazmıştım sana; seninle aynı mekanları, tatları deneyimleyip memnun kalmak, güzel hatırlarla oralardan ayrılmak çok hoş, çok çok teşekkür ederim yazdığın, paylaştığın ve böylesine içten aktardığın için… Yine çok şahane bir yazı olmuş. İlk yayınlandığında hızlıca göz gezdirdim, seyahate 5 ay, 4 ay, 3 ay ve nihayet 2 ay kala girip girip bloğu talan ediyorum :)
Her ne kadar kendini Karaköy’de yüzüme karşı inkar etmiş olsan da :) :) :) seni seviyorum.
Ne diyim gustona sağlık (kalp kalp kalp)
Sevgiler,
Ebru
Harika bir seyahat olsun o zaman, şimdiye kadarkilerin en güzeli olsun.. Amsterdam sıcak havalarda şahane bir şehirmiş; ben de ancak bu sefer farkedebildim :) Darısı başına!.. (Ve evet, mayo kesinlikle alınsın!..
Sevgiler..
(P.S. Karaköy’ü Amsterdam’a gitmeden telefi edeceğiz)