İÇİMDEKİ YOLCULUK: PUGLIA – II

By | 5 Ağustos 2016

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

İlk bölümün durakları Bari, Monopoli ve Polignano a Mare‘den sonra yeni durağımız daha güneydeki Lecce…

Güneşin şehri Lecce

Sabah bindiğimiz ilk direkt tren ile 1 saat 50 dakikada kişibaşı 10.50€’ya Lecce’ye varıyoruz. İstasyondan otele kadar yürürken bile eriyoruz adeta. Biraz daha güney ve çok çok daha sıcak!.

Hemen bir sokak ötesinden Lecce’nin tarihi merkezinin başladığı küçük bir B&B Le Comari Salentine’de kalıyoruz. İngilizce bilmeyen, karşısındakini İtalyanca biliyor kabul eden çatlak bir kadın, sıcacık bir karşılama, geniş, rahat, tertemiz bir oda ve hızlandırılmış “Lecce Rehberi” ile bir konaklama ancak bu kadar memnun edebilir. Otelin etrafında birkaç göçmen görüp etrafın ıssızlığından birazcık tırsmış olsam da doğru bir seçim yaptığımı düşünüyorum.

Yepyeni bir yer ile tanışmak için sabırsızız. Bu yüzden de sıcağa aldırış etmeden hemen koşuyoruz sokaklara.. Önce açlık sorunsalı. Yol üstünde, katedralin çaprazında haritaya işaretlediğim Doppiozero sanırım ilk yemek için en doğru tercih olacak. Uzun paylaşmalık masaları, yemeklerin göz önünde hazırlandığı uzun tezgahı, içerideki rahat atmosfer ile ilk intiba çok iyi. Yemek için birer enerji verip ferahlatacak taze sıkım içecek ve yanında çok iyi iki tabak seçiyoruz. Gorgonzolalı, ballı, bressolalı falan kendini kaybettiren cinsten açık sandviç Nera ve tüm garnitürleri ve pişme şekli ile kusursuz bir piliç fırın. Yemek çok, çok, çok iyi!.

lecce_gezi_notlari_doppiozero_lecce_yeme_icme

İyi yemekle başlayınca o şehirde güzel vakit geçireceğini hemen anlarsın. Artık sokakları keşfetme vakti. Duomo Meydanı, Sant’Oronzo Meydanı, Antik Roma Tiytrosu, Bazilika Santa Croce, Via Umberto, Porta Napoli… diye giden ilk görülecekleri bir çırpıda görmek için başlıyoruz yürümeye ama sokaklar o kadar boş ki.. Neredeyse hepsini hızla geziyoruz; zaten şehrin tarihi merkezi çok da büyük değil..  Geziyoruz ama boş, ıssız, terkedilmiş gibi..tuhaf!..İçten içe Ferzan Özpetek filmlerini düşünüyor ama o ruhu bulamadığım için üzülüyorum.. Diyorum ki kendime “tamam, mimarisi güzel ama biraz abartmışlar bu şehri..” Bir süre sonra sıcağa ve boşluğa pes ediyoruz.. Madem Natale’den aldığımız dondurma bile kar etmedi, o zaman biz de siesta için odamıza çekiliyoruz..

Akşamüstü kurduğum saat çalıyor ve bir kez daha sokaklara atıyoruz kendimizi.. O boş, güneşe teslim sokaklar gitmiş, yerine insanlarla, coşkuyla dolmuş sokaklar gelmiş.. Güneş binalara sevgiyle sarılmış bu kez.. her sokak, her detay daha bir güzel.. Öğle sıcağında geçtiğimiz tüm sokak ve meydanların hepsinden bir kez daha geçiyoruz..Herşey öyle güzel ki.. bu şehir bir film seti..

lecce_gezi_notlari_la_bambola_di_kafka

Masaları kitaplardan yapılma şahane sahaf La Bambola di Kafka’ya rastlıyoruz; içine çekiyor bizi. Pikapta caz, iç odada loş ışıklar ve iki koltuk, çok çok kitap, şarap ve kahve.. Sahibi Türk olduğumuzu duyunca “bu aralar çok Türk geliyor, sanırım Ozpetek’in filmlerinden..” diyor.. Gelişimizden 7 saat sonra -sonunda- yönetmenin, daha önce gelen insanların neden bu şehri sevdiğini anlıyorum.. defterime not ediyorum: “Lecce’yi sevmek için siestanın bitmesini bekleyiniz!” 

La Bambola di Kafka’nın olduğu sokak Via Giuseppe Palmieri çok güzel. Birkaç eskici antikacı bir de köşede Bar Paisiello var. Lecce kahvesi ile ilk tanıştığımız yer. “Caffe in ghiaccio con latte di mandorla” ya da kısaca “Caffe Leccese” defterime merakla not ettiğim bir kahve. Lecce’ye özel. İçinde buz ve badem sütü kreması var.  Tereddüt ile söylüyorum adını; barista kız gayet emin Si! diyerek hemen hazırlamaya başlıyor. İki küçük cam bardağı buz ile çalkalayıp o buzları atıyor; içine yeni buzlar koyuyor; bardakları beyaz porselen tabağın üzerine koyup yanlarına kaşıklarını bırakıyor. . Sonra bir şişeden boza kıvamlı yarısaydam badem sütü kremasını..Tüm bunları yaparken bir yandan da makine de iki fincana birer espresso çekiyor.  Espressolar tamam olunca döküveriyor buzların üzerine, fincanları tezgahta önümüze kaydırıyor Prego! diye..

lecce_caffe_leccese_ghiaccio

Tamam buyuralım buyurmasına da.. nasıl içeceğiz biz bunu? Önce kokluyoruz, koku şahane.. Kız anlayıp karıştırın diyor :) Kaşıkları kapıp başlıyoruz karıştırmaya. Şöyle kibarca bir döndür bırak di mi? Yok. Kız “o kadar yeter” diyene kadar hallaç ediyoruz kahveyi :)) Neyse ki öyle iki fazladan karıştırma ile bozulacak birşey değil. Daha ilk yudumda ben bu kahvenin hastası oluyorum!. Normalde şekerli bir kahve içmem ama bundaki sert espresso tadı ile acı badem aromasının birleşimi o şeker tadını bile rahatsızlık vermez hale getiriyor.  Bir kahveyi ne de çok anlattım!. O halde haydi, bitirip çıkıyoruz.

lecce_puglia_salento_gezi_notlari

Bugün aslında Pazar ama hiç farketmiyor; saat 17’den sonra tüm dükkanlar açık. En canlı cadde Via Giuseppe Libertini’de birçok hediyelik eşya ve seramik dükkanı var.  Özellikle bölgede sık sık rastladığımız üzeri meyveli yassı kaktüs dallarının birebir aynısı şeklindeki seramik objeler çok başarılı. Hemen bir tane alınmalı!. Çevre dükkanlardan da ufak tefek birkaç seramik eşya ve magnet aldıktan sonra bu iş tamam.. Bu arada burada farkediyoruz ki Lecce ve buradan aşağısı “Puglia”dan çok, başka bir kafada takılıyor. Buralarda herşey “Salento” işi.. Haritada çizme şeklinde görünen İtalya’nın bu bölgesi yani çizmenin topuğuna denk gelen yeri Salento olarak anılıyor çünkü.. Bölgenin geleneksel kadın figürü Salento Kadını’na bayıldık biz mesela.. Artego mağazasında bölge tasarımcılarının el yapımı ürünlerine yer verilmiş. Kumaş kaktüslere bayılıyorum ama bu uzun seyahatin devamında onu yanımızda taşımaya imkan yok. Sadece sevip okşayıp bir kare fotoğraflarını çekebiliyorum. En beğendiğim konsept dükkan da Vico dei Bolognesi; çok güzel markaları bir araya getirip harika bir dükkan yaratmışlar.

lecce_gezi_notlari_alisveris_artego_lecce

Bu alışverişli keşifli gezintinin yorgunluğunu atmak için Re Mida’ya oturup artisan biralarından birini deneyelim diyoruz. Masaya biralardan önce Puglia’nın resmi krakeri “tarallo” ve şahane zeytinler geliyor.. Sokak ise geçit töreni gibi.. zevkle akışı izliyoruz..

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Şehrin merkezi gerçekten çok küçük, tur atması böyle canlı olunca çok zevkli..tekrar yürümeye koyuluyoruz. Oysa Lecce’de bisiklet kiralarız diye plan yapmıştım ama gündüz bisikletle gezilemeyecek kadar sıcak, akşamüstü ise merkez bisiklet ile geçilemeyecek kadar kalabalık.. Şehrin orta yerindeki Roma Amfi Tiyatrosu’nun oradan geçip içine girmeyi düşünsek de bulunduğumuz günlere denk gelen dans festivali nedeniyle girişi kapamışlar, uzaktan bakıp, meydanı 360 derece incelemekle yetiniyoruz.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Yavaş yavaş akşam yemeği zamanı artık. Ne yiyeceğiz, nereye gideceğiz önceden belli. Bilirsiniz rezervasyon sevmeyiz ama Trattoria di Nonna Tetti için şansımızı zorlamayıp direkt gündüz önünden geçerken işi sağlama alıyoruz tabi. Yol boyu sokaklar nasıl da dolmuş, bütün restoranlardan masalar dışarı dökülmüş, cıvıl cıvıl olmuş..Bu kalabalıkta restoranımızı bile kaybedip küçük bir gecikme ile varıyoruz. Nonna Tetti biraz popüler, biraz da havalara girmiş; geç kaldık diye ufaktan bir fırça(!) yiyoruz, masayı başkasına verdim falan diyor ama kaybolduk diyince affediyor; 10 dakika sonunda masamıza kuruluyoruz. İstanbul’da meyhane misali masaya küçük antipasti tabakları diziliyor, seramik sürahide şarap, bir Lecce klasiği nohutlu makarna “Ciceri a Tria” ve ızgara et geliyor. Herşey, özellikle de atmosferimiz on numara.. Çok keyifli bir akşam geçiriyoruz..

lecce_la_nona_tetti

Bu kadar yemeğin üzerine iyice yakınına geldiğimiz otele değil de tekrar meydana doğru gidiyor ayaklar.. Via Umberto’daki şarap barları arasından geçiyoruz ama bir kadehe daha yer yok.. Bize şimdi en iyisi kahve. Haydi o zaman, meydanın en meşhuru Alvino’ya. Caffe Alvino’nun dışarıdaki masalarından birine oturup elbette hem kahve hem de tatlı yerine geçecek Caffe Leccese içiyoruz. Yalnız buradaki gündüz içtiğimiz kahveden bile güzel!..

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Ertesi sabah her zamanki gibi erkenden uyanıp sabah serinliğinde biraz fotoğraf çekmek için yine o güzel sarı taş binalarla dolu sokaklarda yürüyoruz. Daha doğrusu kahvaltı için saat 8 olana dek kendimizi oyalıyoruz, çünkü Cotognata Leccese’ye gideceğiz. Bu eski pastanenin hiçbir süsü püsü, öyle eski, hoş bir dekoru falan yok. Ancak sabah bankosunun önü fırından tazecik çıkan hamurişlerini mideye indirmek üzere sıralanan müdavimler ile dolu. Biz de cornetto ve kahve ile onlar arasında yer alıyoruz. Çıkışta hesabı öderken minik hatalara rağmen İtalyanca anlatabildiğime çok seviniyorum. Beni dinleyip, kendi dilini konuşmak için özel çaba sarfeden bu turistin çabasını takdir eden amca da çok seviniyor aslında :)

lecce_puglia_gezi_notlari_orecchiette

Buradaki son işimiz Salento spesiyalleri satan Valentina’dan makarna, baharat, tarallo falan almak ama ne yazık ki çevresinde üç tur atıp oyalanmamıza rağmen bir türlü açmıyor, alamıyoruz.. Teselli ikramiyesi niyetine son birer Lecce kahvesi içip bölgenin içi krema dolgulu hamurişi, meşhur “Pasticciotto”lardan trende yemek üzere iki taneyi çantaya atıp valizleri kaptığımız gibi istasyona koşuyoruz. İstikamet bölgesel tren ile Alberobello!.

alberobello_puglia_seyahat_notlari

Peri Masalı Alberobello

Bu seyahatin mimarı, bizi Puglia’ya doğru sürükleyen asıl sebep Alberobello idi en başta. Daha kaç yıl önce bir fotoğrafını görüp hep bir gün orada olmanın, o koni şekilli çatılara yakından bakmanın hayalini kurmuştum. Şimdi ise bizi o hayale ulaştıracak trene binmek üzere Lecce tren istasyonundayız!.

Bari’den Lecce’ye gelmek kolaydı ama Alberobello’ya gitmek galiba birazcık daha sıkıntılı. İstasyonda bölgesel tren FSE için apayrı bir peron ayrılmış ama ne tabela var ne de o perona ulaşacak düzgün bir yol.. Resmen rayların üzerinden valizi hoplatarak son perona geçiyoruz. Buradan önce Martina Franca’ya giden trene binecek, oradan da minik bir aktarma ile Alberobello’ya ulaşacağız. Bineceğimiz trenin doğruluğundan emin olmak için 4-5 kişilik bu gruba sorarak tartışmayı başlatıyoruz!. Ben İtalyanca sormayı beceriyorum ama aralarındaki İtalyanca’yı hiç anlamıyorum!. Giderdi, gitmezdi epey tartışıp bizi de heyecanlandırıyorlar ama sonradan konuya dahil olan bir hanım “gidiyor, benimle birlikte ilk vagona oturun, ben söylerim size” deyince rahat bir oh çekiliyor.

Az sonra tüm seyahat boyunca, belki de hayatım boyunca bindiğim en partal tren önümüzde duruyor ve ilk vagona geçiyoruz. Bu dökülmeye yüz tutmuş tren bizi gerçekten de Martina Franca’ya kadar kazasız belasız ulaştırıyor.. Daha Martina Franca’ya varmadan bile Itria Vadisi içinde koni çatılı çiftlik evleri görünmeye başlıyor. Çok heyecanlı!..  Sanki bu külüstür ile gelmemişiz gibi iner inmez hemen yan peronda aktarıldığımız Alberobello treni bunun yanında uçak gibi!. Yepyeni, modern bir tren ile metroya binmiş gibi 15 dakika sonra Alberobello durağında iniyoruz.

alberobello_notlari_rione_monti

Otelimiz istasyondan itibaren 1 km kadar uzakta. Burada “trullo”ların yoğun olarak bulunduğu iki bölge var: Rione Monti ve Aia Piccola. Biz en turistik, burayı bize en çok hissettirecek Rione Monti’yi seçtik; Trulli Vacanze in Puglia isimli acentamızın Via Monte Cucco’daki yeri Trullo Sotterraneo’ya doğru yürüyoruz. İnsan ilk başta sokaklarda nerede olduğunu çok da farkedemiyor ama Rione Monti’ye çıkmadan önce bölgeyi diğer taraftan ayıran geniş bir meydan ve bir cadde var. İşte o caddenin başına gelip karşısında onlarca Trulli bir anda dizilince bir “wuhuuu” demek istiyor!. İşte bu an sonunda(!) Alberobelloda gerçekten olduğumu idrak ettiğim an!.

Yolun bundan sonrası yokuş yukarı ama uça uça!.  İnanılır gibi değil ama resmen trullolar arasından yürüyoruz; öyle bir tane iki tane değil, tamamen trullolarla kaplı bir sokaktan yukarı tırmanıyoruz. Bu anın tadını iyice çıkarmak lazım; bu ilk an, ilk intibanın etkisini sonra hiçbir şey vermiyor çünkü.. İşte geldik; hemen Daniela ile tanışıp iki trullo yandaki 45 numaraya yerleşiyoruz. Yeri ayırtırken bu acentalara çok güvenememiş, gerçekten evler o bölgede midir diye emin olamamıştım ama neyse ki bu konuda hiçbir sıkıntı yok.Gerçekten minnoş bir trollo bir geceliğine bizim evimiz!. Bu arada tüm Puglia bölgesi konaklamamızı booking.com üzerinden hallettik. Yani Alberobello için bahsettiğim acentaya da yine booking.com üzerinden ulaştık.

alberobello_seyahat_notlari_puglia

Önce çıkıp heyecanla Rione Monti içinde bir tur atıp kocaman trullodan yapılma kiliseyi geziyor, hediyelik eşya dükkanına dönüşmüş trulloların olduğu kalabalık ve turistik sokakta yürüyoruz. Çok turistik yerleri sevmediğimi bilirsiniz ama burada o dükkancıklar bile öyle sevimli ki..  İlk öğle atıştırmamızı buradaki büfeden bozma yerlerden birinde -ki şu an adını dahi hatırlamıyorum- saçma sapan yöresel bir pide ile yapıyor ve hakettiğinden çok yüksek bir para ödüyoruz. Hımm, demek ki burası gerçekten turistik!.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Fotoğraf mı çekelim, Aia Piccola tarafına mı geçelim diye ne yapacağımızı şaşırmışken yine düşmanımız sıcak iş başında aslında.. Öyle sıcak ve güneş ki, bu güzel sokakları  bu şartlar altında gezmeye çalışmakla yazık ediyoruz, duygusu kaçıyor.. Bu Puglia bölgesindeki dördüncü günümüz ve farkediyoruz ki biz aslında üçüncü günden buranın ruhuna alışmış zamanı buralı gibi yaşar olmuşuz.. Saat gezme değil, siesta saati! Haydi evimize!..  Kalın duvarları sayesinde gayet serin evimizde 1 saatlik dinlenme molasına çekiliyoruz.. Kalkıp duş aldıktan sonra asıl Alberobello keyfi başlıyor!..

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Güneş açı yapmış, sokaklar gölgelenmiş, serinlemiş, tam yürümelik olmuş!. Önce Rione Monti tarafını sokak sokak geziyoruz. İnsan fotoğraf çekmeye doyamıyor, o kadar güzeller ki!. Buradaki evlerle ilgili en hoşuma giden söz: “Onlar ev değil, yalnızca birarada duran taşlar!” Vergi almaya gelen memurları ikna etmek için bu cümleyi kullanmışlar zamanında.. Çatısı olan her yapıdan vergi alınacağı duyurulduktan sonra icat edilen bu çatı şekli onları hem vergiden kurtarmış hem de zaman içinde tüm Itria Vadisi’ne yayılıp ün kazanarak bölgeyi İtalya’nın en turistik bölgelerinden biri haline dönüştürmüş. Her yeri bir yere benzetme huyumuz gereği burayı da tarihi daha da eskiye dayanan Harran’a benzeteceğiz tabi!. Teknik tamamen aynı; sadece Harran evlerinin çatıları dıştan sıvalı, taşların dokusu görünmüyor. Ama onlar da bunlar da kilit taşını çekince hooop çatısız kalabiliyor..

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Hem orijinal olarak korunanlar hem de zaman içinde eklenen ama tamamen aynı teknikle yapılan trullolar var. Trullo mu, trulli mi dediğinizi duyar gibiyim. Bu tamamen İtalyanca’dan kaynaklı bir durum. Bu ev modelinin adı Trullo ama İtalyanca’da çoğul olarak kullanılınca (trullo-lar) trulli oluyor. Bazılarının çatılarında ilginç şekiller var; herbirinin bir anlamı varmış. Dini semboller, şans sembolleri, kalp, güneş.. En çok güneşi seviyorum ama bu sembollerin sonradan yapıldığını düşünüyorum.. Bir yandan da Alberobellolular’ın batıl inançlarının çok güçlü olduğuna duyduğumu hatırlıyorum.. Ben size bunları anlatırken biz Aia Piccola tarafına doğru yürümeye başladık bile! :) Bu tarafta daha çok burada yaşayan insanların oturduğu, içinde gerçek yaşam olan trullolar var. En fotoğrafik sokakları not etmiştim; onları gezeceğiz ama önce tüm kasabanın en büyük trullosu Trullo Sovrano’yu gezeceğiz. Burası içten merdivenli ve iki katlı tek trullo, içi diğerlerine göre gerçekten büyük. Tarihte birçok farklı amaçla kullanılmış ama şimdilerde 1,5 €’ya gezilebilen bir müze..  İçini gezip bahçesinde biraz oturduktan sonra artık bu tarafın sokaklarını keşfetme vakti.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Aia Piccola tarafında çok fazla dükkan, hareketlilik yok ama evler ve yaşam daha gerçek olunca  benim daha çok hoşuma gidiyor. Çatılardaki o şekillerden buralarda yok.. Onların turistik bir numara olduğuna dair inancım kuvvetleniyor haklı olarak! ;) Burada epey yürüyoruz. Küçük bir kahve molasına ihtiyaç duyunca bu tarafta adını kaydettiğim Ramedi’yi buluyoruz. Ramedi, Alberobello’nun genelindeki geleneksel havanın aksine son derece modern, hatta tam bir üçüncü dalga kahve dükkanı havasında.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Dışarıda, meydana bakan masalarında oturup içmelere doyamadığımız Lecce kahvesinden sipariş ediyoruz. Evet, Lecce’de değiliz ama bu bölgede badem sütü bol bol olduğuna göre tüm Puglia’da bu kahveyi bulmak hiç mesele değil.  Bu küçük mola çok iyi geliyor.. Şimdi yeniden ara yollardan geçerek, özellikle kaybolarak, yolu uzatarak tekrar Rione Monti tarafına dönme vakti.

alberobello_gezi_notlari_magnets

Burada sadece bir günümüz var, o yüzden ufak tefek hediyelik eşya, magnet alışverişini de denk geldikçe tamamlayarak yürüyor, dükkkanlara girip çıktıkça da farklı trulloların içini görmüş oluyoruz. İçi şömineli, penceresiz, çift çatılı “siyam” Trullo Siamese ilginç mesela.. ama o da bir dükkan.. Minik ev maketleri, badem likörü, kaktüs likörü, dokuma örtüler, satıcıların siz içeri adım atar atmaz ilk önerdikleri şeyler.. Bu halleri biraz bizim Assos’daki yerli esnafa benzettim sanırım :) Herşeyi de tattırmak istiyorlar! Acılı acılı likörler, soslar..imdat!.  Bunları boşverin; şimdi keyifli bir yere geliyoruz. Birçok trullonun üzerinde gizli saklı teraslar var. Bunlara aşağıdaki bakkal/bar/hediyelik eşya dükkanı karışımı yerlerin içinden çıkılıyor. Bunlardan birine çıkıp oradan manzaraya bakmak lazım. hazır gün batımı yaklaşmış, bir değil birkaçına çıkıyoruz biz..

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Sonra bize cebren ve hile ile birçok acılı likör tattıran çocuğun işlettiği dükkandan iki bira kapıp o dükkanın gizli terasında güneşi yolcu edip manzaranın tadını çıkarıyoruz. Orada biraz dans etmiş, atlayıp zıplamış olabilirim!. Sebebin birazı o çocuğun tattırdığı tuhaf şeylerse de büyük kısmı burada olmanın sarhoşluğundandır. Ben Alberobello’dayım ya!. Güneş az önce şu çatıların arasından battı; ben buradayım!..

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Mutluluk sarhoşluğu yerini mide gurultusuna bırakınca artık akşam yemeği için yine yolun karşı tarafına doğru geçme zamanı. Yemek için üç seçeneğim vardı, Daniela’ya sorup ikiye indirmiştik zatem.. İki restoran bir de kasap dükkanı sordum kendisine; kasap iyi bir fikir değil dedi. Okuduğum bazı deneyimler burada kasap dükkanlarında seçilen eti yandaki kantin bölümünde pişirtip yiyebileceğin yerler olduğunu anlatıyordu ama gözümde canlandırdığım tipte yerler değil ya da sadece bir yemek şansımız varken ona harcamaya değecek tipte değil anlaşılan.. Diğer alternatiflerimiz La Cantina ve Casa Nova. Cantina ağır basıyor ama kapısına gelince Temmuz’a kadar kapalı olduğunu okuyoruz. Pek de güzelmiş!. Neyse, en azından bir alternatifimiz daha var. Hemen Casa Nova’ya yürüyoruz. Merdivenle inilen, sarnıç gibi bir yerdeki bu restoranı da daha girer girmez Kapadokya’ya, köylülerin resmedildiği kocaman duvar boyamasını da Nuri İyem tablosuna benzetiyorum!. Bölge gereği biraz turistik elbette ama yine de oldukça hoş bir restoran.. gayet güzel başlangıçlar ve et yiyoruz; bizim için seçilen bölge şarabı da oldukça başarılı.. Bu civarda et yememiz özellikle tavsiye edilmişti. Ben hala o kasap alternatifi olarak not aldığım La Fontana 1914’te kesin daha iyisini yiyebileceğimizden yanayım ama susuyorum. :)

alberobello_ne_yenir_casa_nova_ristorante

Gecenin sonunda birkaç sokak yukarıdaki evimize doğru yürürken ortalık o kadar sessiz ve sakin ki.. Gündüz turistler ve dükkanlarla dolu sokaklar kepenkler kapandıktan sonra terkedilmiş gibi adeta. Gündüz, kapı önüne bir sandalye atıp sokağı seyreden teyzelere çok özenmiş ve akşam ben de evimin önünde oturacağım demiştim ama yorgunluk, sessizlik bu arzuyu bastırıyor ve erkenden kalkmak üzere gece 12’yi görmeden yastıkla buluşuyoruz.

Sabah 05.46. Benim uzun zamandır hep uyandığım saat. Saatim bir kez çalıyor ve ben Alberobello’daki ilk ve tek sabahıma uyanıyorum. Planım daha geceden hazır; yüzümü bile yıkamadan(!) hemen sokağa çıkacağım, güneşi dün akşam batırdığım gibi bu sabah o masal sokaklarda karşılayacağım. Evimizi sokaktan ayıran kapıyı açıp tek adımda, tek başıma sokağa çıkıyorum.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Gün hafif ağarmış, beyaz evler gri mavi bir tonda, güneş henüz çıkmamış, yukarıdaki parkta böcekler ötüyor cır cır.. Sessizlikte yürüyorum yukarı doğru.. Bir sokak ötede kilisenin önünden geçerek aşağı doğru en tatlı sokaklardan süzülüyorum.. Dün dükkanlarla dolu cıvıl cıvıl sokak şimdi çok başka derken…”şarr!!!” diye bir kepenk açılıyor. Bir esnaf erkenden dükkanını açarken bir teyze aynı anda evinin kapısındaki anahtarı içten çeviriyor, güneş tam o sırada ufuktan görünüyor.. Ne kadar erken kalkıyorlar!.. Herşey film gibi!. Yürüyorum, yürüyorum, fotoğraf çekiyorum, yürüyorum.. çok çok çok mutluyum.. Allahım, ben bu sabah Alberobello’da uyandım!..

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Tüm Rione Monti’yi, bütün trulloları bir arada gören Belvedere terasına çıkıp burada olduğumu bir kez daha tescilleyip önümde tablo gibi duran manzaraya hayran hayran bakıyorum.. 7.30’da döndüğüm evimizden 8.10’da ikimiz beraber kahvaltı yapmak üzere çıkıp arka bahçeye dolanıyoruz. Burada yeşillikler içinde bizim için kurulmuş bir masa var. Bir Türk kahvaltısına göre çok zayıf olsa da İtalya sınırlarında enfes bir kahvaltı bizi bekliyor.. Dün dükkanlarda bol bol gördüğümüz o Alberobello desenli servisler üzerinde renkli ve keyifli, hiç unutamayacağım bir kahvaltı yapıyoruz..

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Müsadenizle tatlı Alberobello’ya dair anılarımı tam burada, bu duygusallıkta bitirmek istiyorum; çünkü birazdan valizimizi alıp Martina Franca’ya geçiyoruz.. Sanmayın ki yetmedi.. yetti, harika geçti, çok mutluyuz!..

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

 

Tadımlık Martina Franca

Aslında Alberobello’dan sonra Puglia’daki son konaklama noktamız Tarnto’ya geçeceğiz ama bölgeyi araştırırken Martina Franca’nın o kadar güzel fotoğraflarını gördüm ki, görmeden geçmek istemeyim. O yüzden zaten tren buradan aktarma yapacağı için minik bir cambazlıkla burayı da şöyle bir turlayalım istiyoruz.

11.17 treni için aldığımız 1.10€’luk biletler ile 16 dakika sonra Martina Franca durağında iniyoruz.Taranto’ya gitmeyi planladığımız tren seferi 16.30’da. Yani burayı gezmek için epey zamanımız olacak ama eğer valizlerimizden kurtulmayı başarabilirsek. Çünkü şehir merkezi epey yukarıda ve bu sıcakta bu valizleri sürükleyerek gitmek ve etrafta dolaşmak imkansız. Buralardaki tren istasyonları küçük, öyle valiz kilitleyecek dolaplar falan yok. Önce bilet gişesine rica ediyoruz, ben 12’de kapatıp gideceğim diyor.. Sonra istasyondaki işçilere soruyoruz. Buralarda elbette benim az ama pek kullanışlı İtalyancam çok yardımcı oluyor. :) Adamlar ne kadar kalacak diyor, olurdu, olmazdı, sonunda halimize acıyıp kabul ediyorlar ve hangar gibi bir alanın köşesine valizleri bırakıp 16’da geri dönmek üzere sözleşip ayrılıyoruz. Biz normalde çok sağlamcıyızdır, böyle şeyleri pek yapmayız ama böyle bir geziyi yapmak istiyorsanız birazcık daha cesur olmak, insanlara ve herşeyin çok güzel olacağına inanmak gerekiyor. İşte bu Güeny İtalya gezisinin bize kattığı tecrübe ve bakış açısı..

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Yokuş esaslıymış; baya efor sarfederek çıkmayı ve şehrin tarihi bölgesine kemerli bir  kapıdan girebilmeyi zar zor başarıyoruz. İstasyondan buraya kadar yürürken gördüğümüz şehir, koca blok apartmanlardan oluşan çirkin ve sıkıcı bir yer ama bu kemerli kapıdan geçer geçmez bambaşka bir ruh başlıyor. Dar, labirent sokaklar, beyaz evler, güzel kapılar, balkonlar.. Başımız havada, yeni bir yerde yepyeni bir mimari ile karşılaşmanın merakı ile inceleyerek yürüyüp ana meydana, Piazza Plebiscito’ya  kadar varıyoruz.  Şehir o meşhur  barok ve rokoko yüzünü burada daha çok hissettiriyor. Bu şehirde bir şıklık, bir şatafat var.

Yemek için not ettiğim Due Agnelli tam da bu meydanda olunca çok da fazla acıkmaya fırsat bulamadan oturalım bari diyoruz. Tam meydana bakan beyaz örtülü hoş masalarından birine oturur oturmaz önce menü, ardından da birer kadeh prosecco ikramı geliyor. Hımmm, Martina Franca için hep bölgenin zengin şehri, havalısı deniyordu; daha başlangıçta şovunu yaptı diye düşünüyoruz ve bu karşılama pek hoşumuza gidiyor. Günlük menüden seçtiğmiz parmesanlı patlıcan “Melanzane alla Parmigiana” ve bölgenin meşhur kulakçık makarnası “Orecchiette” tadıyoruz. Güzel yemek molamızdan sonra sokakları turlamaya hazırız ama elbette sokaklar yine öğle vakti dışarıda olduğumuz için kalabalık değil..

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Neredeyse Lecce’deki kadar boş sokaklar ve kapalı dükkanlar arasında sadece ve sadece şehrin mimarisine konsantre olarak epey yürüyoruz. Bir okulun içinden sokağa taşan aryaları duyunca gizlice avlusuna girip biraz bankta oturuyoruz. Bir konservatuar olmalı.. ya da beliki içeride bir prova var.. güzelim sokakları kalabalık görüp tam ruhunu yakalayamasak da bu an’ı, bugünün bir ödülü olarak kabul ediyoruz…

martina_franca_puglia_portafortuna_pugliese

Tüm Puglia’da girdiğimiz hemen her seramik dükkanında gördüğümüz, evlerin balkon korkuluklarını süsleyen “portafortuna Pugliese”ler burada her balkonda karşımıza çıkıyor. Bunlar şans getirdiğine ve evi koruduğuna inanılan uğurböcekleri olarak geçiyor. Buradaki örnekleri o kadar güzel ki..anlaşılan herkes evi için özenle seçmiş..Hepsine bayılıyorum. Yolculuğun başından beri hep almak istedim ama bir türlü tam istediğim modeli bulamadığımı düşünmüştüm. Sanırım Martina Franca Portafortuna almak için en doğru yer. Eğer biz gitmeden siesta biter de şu tarihi Bottega della Ceramica açılırsa kesin alacağım!…diyorum ama bir türlü açılmıyor.. Gidip San Martino katedralini geziyoruz, Piazza Roma’da oturup Palazzo Ducale’ye karşı  birer Lecce usulü kahve daha içiyor, bir daha gidip bakıyoruz ama yok!. Adamlar 1887’den beri açık ama bize gelince kapalı :)))

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Ne yapalım, sağlık olsun!. “O zaman şehrin yüz yılı aşkın tarihi mekanı Caffe Tripoli’de bir kahve içmeden hayatta gitmeyiz” diyerek oraya girip birer zıpkın gibi espresso içtikten sonra yokuş aşağı istasyona doğru uçar adım koşuyoruz. Trenimiz bizi oradan alıp Taranto’ya götürmek için hazır bekliyor..

Güzel yermiş Martina Franca. Kimbilir akşamüstü sokakları kalabalıklaşınca nasıl da keyiflidir; keşke biraz daha kalabilseydik..

 

Bıçkın Delikanlı Taranto

Tren hareket ettikten sonra bir süre daha arasizde tek tük trulloları, “masseria” denen çiftlik evlerinin görüyoruz..bir süre sonra kayboluyorlar.. Artık başka bir şehre, yine Puglia içinde ama bambaşka bir ruha doğru yol alıyoruz. Yolculuk FSE treni ile tam 38 dakika ve 2,5€. Bizi götüreceği şehir Taranto, Puglia’nın en ilginç şehirlerinden biri. Birçok kişi ya uğramıyor, ya hoşlanmıyor.. Bizim rotamızda inatla var! Çünkü birincisi seyaahtimizin bundan sonraki rotasına devam edebilmek için çok uygun bir geçiş noktası. (Burada kalıp etresi gün Amalfi’ye ulaşmak için Salerno trenine bu şehirden bineceğiz..) İkincisi birazcık zoru seviyoruz!..

taranto_gezi_notlari_fiat500

Demek zoru seviyorsunuz? Alın size zor o zaman!. Tren Taranto’nun merkez istasyonunda duracak. Durmalı. Yani öyle olması gerekiyor.. ama öyle olmuyor. Bir durak önce duruyor ve “son durak bugün burası; istasyonda sorun var, kusura bakmayın” deniyor. Şaka galiba!. Elimizde valizler, gitmemiz gereken durağa 3 km. uzakta, başka bir ulaşım aracaı bulamayacağımız bir noktada kalakalıyoruz. Herkes ara duraklarda inmiş; bizim gibi sona kalan sadece şaşkın iki Japon turist var ki sanırım böyle ansızın bir değişiklik onlar için daha büyük bir şok. Çünkü biz Türküz, böyle son dakika gollerine bir şekilde alışkınız. :)

Umutsuz bir şekilde biraz yürüyor, durak tabelasına benzettiğimiz bir direğin altında beş-on dakika bekliyoruz. Japonlar da peşimizde! Meğer orası durak değilmiş ama önünden geçen, ne olduğunu bile bilmediğimiz bir otobüse el işareti yapınca şaşkın şaşkın durup bizleri alıyor.. “Stazione?” diyor bize, “si” diyoruz. Para teklif ediyoruz, almıyor şu gariban turistlerden!. 5 dakika sonra istasyondayız!.

Taranto değişik bir şehir; kafanızda şöyle şekillendirin. Karşılıklı iki yarımada düşünün, ortasında da bunları iki köprü ile birnbirne bağlayan ince uzun bir adacık. İstasyon bir yarımadada. Şehrin yeni merkezi diğerinde. Ortadaki adacık da şehrin tarihi merkezi La Vecchia Taranto. Bu Vecchia Taranto  kısmı epey eski ve rivayete göre biraz Tarlabaşı’nın arka sokakları tadında bir yer. Biz de ertesi gün istasyona kolay ulaşmak için bu adacığın en uç noktasında tam yeni merkezin başladığı yerde ama istasyona da yürüyüş mesafesinde bir B&B ayırtıyoruz booking.com üzerinden. Gözünüzde canlandırdınızsa ikinci şok dalgası geliyor!.

İlk an çok güzel.. Köprüden geçerken tıpkı bizim şehir hatları vapuru gibi sefer yapan gemiler görüyoruz, “Aa, ne güzel” falan diyoruz..  Köprüden  tarihi bölümün olduğu adacığa geçer geçmez şehrin havası birden değişiyor.. Son derece döküntü bir semt ve insanlar hafiften yamyam!. Ben baştan kıyı şeridinden yürümeyi planlamıştım ama birden bu kozmopolit hava ile karşılaşınca tekrar telefonumu çıkarıp bakmaya korktuğumdan kıyı yerine şehrin oratsından geçen caddeden yürümeye başlayınca dehşet giderek artıyor. Biz daha önce Napoli’de, (arka sokaklarında hem de) gezmiş insanlarız. Paris’in banliyölerinde, İstanbul’un tuhaf mahallelerinde dolaşmış insanlarız. Ama bu kadar tedirgin olduğumuzu hiç hatırlamıyorum!. Planımız başımız yerden hiç kaldırmadan, kimse ile göz göze gelmeden olabildiğince hızlı, bu etabı tamamlamak..  Yol zaten dümdüz..diğer herşey yamuk!. Resmen uçuyoruz; yolda köpek dövüştüren adamları, bir duvarı olmayan ama hala içinde yaşam olan berbat binaları, üzerimize dikilen bakışları göz ucu ile görüyor ve nihayet korkmuş, terlemiş, yorulmuş konaklayacağımız yerin kapısını çalıyoruz.

taranto_gezi_notlari_puglia

Hazır mısınız? Elbette son şok dalgasına :)) Kimse yok!. Hemen telefon ediyorum, bant kaydı çıkıyor, şimdi, hapı yuttuk diye düşünürken telefonum geri aranıyor ve telefondaki ses check in saatini kaçırdığımızı, binanın altındaki barın da kendilerine ait olduğunu ve o barın personeli gelinceye kadar beklemekten başka çaremiz olmadığını söylüyor.. Verdiği saat 19.30. Saat yaklaşık 18.00; çaresiz tamam diyoruz.

Merdivenli sokağın basamaklarına oturup beklemeye başlıyoruz. Sokak harika, karşımızda deniz manzarası harika. Gelgelelim sadece bir sokak ötede medeniyet can çekişiyor!. Öyle bir yer ayarlamışız ki, resmen iki farklı dünyanın tam sınırında. Uğraşsan denk gelmez.  Endişe içinde ve sokaktan her geçenden şüphelenerek; bir yandan da gayet düzgün tiplerin geçmesine şaşırarak, en çok da “yok yoook, odamıza çıkalım, dışarı adım atmayalım, sabah erkenden defolup gideriz!” diyerek geçiyor zaman..personel geliyor; yine minnak İtalyancam iş görüyor ve odamıza çıkıyoruz. Oda bir modern, bir konforlu geliyor bize onca çileden sonra, anlatamam.. Kendimizi en kötüye öyle hazırlamışız ki çünkü.. O az önceki “hayatta çıkmayız” sözünü bile unutup “Eh, bir gezelim bakalım, bu şehir nasılmış” diyoruz. :)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Hemen köprüden geçerek şehrin yeni merkezine ulaşıyoruz. E, valla iyiymiş! Caddelerden yürüyor, meydanlardan geçiyoruz. Panificio Due Mari diye harika bir ayaküstü pizzacı çarpıyor gözümüze. Kapısında kuyruk var. Keşke aç olsak da biz de kuyruğa girsek ama stres iştahı kapatıyor demek ki!. Zaten yemek için notlarım arasında Michelin önerisi Trattoria Gatto Rosso var ama şu an aklımızda bile yok. Bakın, düşünün “Michelin” hayalleri ile falan gelmişiz buraya ama karşılaştığımız durumlar herşeyi nasıl da değiştirdi.

taranto_notlari_casa_del_libro

Ben yürüdükçe garip bir şekilde seviyorum bu şehri. Aslında ikimiz de seviyoruz.. Via d!Aquino’dan yürüyüp dükkanlara girip çıkıyor, insanlara bakıyoruz.. Nerede köprünün öteki yakası, nerede burası!.. Casa del Libro’da kitaplara bakıp Dolce Idea’dan Lecce kahvesini İstanbul’a taşıyabilmek için artisan bir badem sütü alıyoruz, son olarak da şehrin buluşma noktası Caffe Italiano’da oturup aperitivo saatini yakalıyoruz. Burada artık iyice normalleşip baya keyif almaya başluyoruz şehirden.. Atıştırdıklarımızın da etkisiyle artık yemek yemeye niyetimiz yok ama biraz daha sokaklarda gezmek istiyoruz.

taranto_seyahat_notlari

Lungomare Vittorio Emanuele II’de yürüyüp denize, kıyının güzelliğine, kaleye, insanlara bakıyor ne kadar kozmopolit ve ne kadar güzel bir şehir diye düşünüyoruz.. Böyle tuhaf, delikanlı bir hali var.. Giderek seviyor muyuz ne!. Son kez Girevole köprüsünden geçip şehrin bu yakasıyla vedalaştıktan sonra günü otelimizin altındaki bar Frontemare’nin rahat puflarında tamamlıyoruz. Birkaç saat önce şuradaki halimiz ile şimdiki halimizi düşünüp gülüyoruz. İki kadeh kırmızı Salento şarabını tokuşturup zorlu, esaslı, bıçkın delikanlı “Taranto’ya!” kaldırıyoruz!.

taranto_notlari_puglia_gezi_notlari

Sabah trenimiz 08.05’te. O yüzden yine erkenden valizimiz toplanmış, yola çıkmaya hazırız. Bu kez istasyona doğru yürürken sokaklar bomboş, kıyıboyundan gidiyoruz. Şehir o kadar güzel, o kadar güzel ki.. Dün kafamızı kaldırmaya korktuğumuz her yere bakıyoruz; özellikle de güzelim tarihi saat kulesine.. Sanki herşey halüsinasyondu. Yok olamaz, dün bizi korkutan herşey bu sabah birden yok olamaz!.. Dün cebimden çıkarmaya korktuğum telefonumla birkaç şipşak kare çekiyorum; ikinci köprüden ağır ağır, bu şehirden ayrılmak istemezcesine geçiyoruz..

taranto_gezi_notlari_gorulecek_yerler

İstasyondaki kafeteryada bi’kahvaltı..sonra bizi Puglia’dan koparıp görürecek trene biniyoruz..  Bu yolculukta en sorunlu olanı da dahil, tüm tren yolculuklarını sevdim..zaten trenleri hep severim.. Ama bunu sevmedim.. sırf beni Puglia’dan alıp götürüyor diye..

Bizim yolumuz buradan sonra bambaşka bir maceraya doğru gidiyor.. Amalfi Kıyıları‘na.. o da güzel, belki daha da renkli.. ama bu Puglia da bir şey var.. Beni yeniden buralara çağıran bir şey.. Şimdiden duyuyorum.. Geri geleceğim ve bu sefer karış karış gezeceğim..biliyorum.

Yazı bitti. İçimdeki Puglia bitmedi.

Puglia’hakkında daha çok detay  PUGLIA’DAN İPUÇLARI yazısında..