Gitmeden önce şehre dair okuduklarım yeme-içme konusunda ‘fazla ümitlenme!’ diye bağırıyordu adeta.. Bunu sorun etmeden ama fazla da beklentiye girmeden gittiğim Amsterdam’dan gayet güzel yeme-içme deneyimleri ile döndüm diyebilirim.
Nerelere gittim, neler yiyip içtim, sorularının cevapları ve yeme içmeye dair aldığım notlara dönersek,
önce en beğendiğim üç mekanda akşam yemeklerinden başlamak isterim:
Cau: Izgara et yemeği kafamıza koyduğumuz bir akşam internet ve Foursquare üzerinden yaptığımız araştırmada bulduğumuz Arjantin Restoranı Cau bize beklediğimiz herşeyi verdi. Açık mutfağı ve hareketli sokağı da görebileceğimiz alt katta oturup harika yemekler yedik.. Mekan, servis, yemek kalitesi harika.. Servis elemanları CAUBOY ve CAUGIRL esprisiyle servis yapıyor. Kendi masamızdaki herşeyin harika olmasına rağmen yan masanın yediği herşeyde de gözümüz kaldı diyebilirim. Çevrede birçok ‘Arjantin Steak’ restoranı görmüş olsak da en iyi seçimin burası olduğuna yüzde yüz eminim.. Dam Meydanı’na çok yakın olduğu için turist de çok geliyor, kabul.. Ama yerel halkın da tercihi olduğu açıkça belli. Dilediğiniz et yemeğinin yanında enfes CAUslaw Salata ve Izgara Mısır da sipariş etmeyi ihmal etmeyin.. (DamStraat, 5)
Eye Bar/Restaurant: Bir şehir yerlisinin tavsiyesiyle harika bir akşam geçirmemize sebep olan, çok ama çok sevdiğim bir mekan.. Feribota atlayıp 5 dakika sonra içeri adım atacağınız Eye, aslında sinemayla ilgli bir merkez. Avusturyalı ünlü bir mimarlık şirketi tarafından tasarlanan Eye Institute’ün içinde bu harika restorandan başka sinema ve sergi salonları da var… Restoranın manzarası müthiş; şehre karşıdan bakıyorsunuz. Mekan kat kat merdivenlerden oluştuğu için manzara hiç kapanmıyor ve ferahlık duygusu veriyor. Yazın açık bölümünün de harika olduğuna eminim. İtalyan ve Fransız ağırlıklı şık bir menüsü var.. Sadece yemek değil, bir içki ya da kahve için de uğranabilir ama yemek gerçekten çok keyifli ve fiyatlar da abartılı değil… ( IJ Promenade, 1/ Feribota merkez istasyonun arkasından Buiksloterweg yönünde binilip çok kolay ulaşılabilir)
Jamie’s Fifteen: Ünlü şef Jamie Oliver’ın harika projelerinden biri olan Fifteen’in Amsterdam şubesine gelmeyi aylar öncesinden kafaya koymuştum. Sokaklardaki işsiz, geleceksiz gençleri bu proje kapsamında eğiten sonra da onlara iş ve gelecek sağlayan Jamie Oliver’a bu restoranda yemek yiyerek kendimce tebriklerimi sunmak istiyordum çünkü.. Hem de elde edilen gelirin bir kısmı ile aynı konudaki fona katkı sağlamış olacaktık.. Haftaiçi bir akşam olduğu için rezervasyon yaptırmadan gittik ve rahatça yer bulabildik. Maslak gibi bir iş merkezinin ortasında bir plazanın ikinci katındaki mekan projeyi destekler şekilde sokak sanatlarından detaylara sahip bir açık mutfak etrafında konumlanıyor. Jamie’nin yemeklerini izlemeyi seven biri olarak şimdi de tatma şansı bulunca ana yemekten önce birkaç başlangıç tabağı ve ana yemeğin yanına destekleyici yan tabaklar da söyleyerek biraz abartılı bir yemek yedik burada. İtalyan ağırlıklı menüden yediğim herşeyin tadı hala damağımda; hepsi inanılmaz lezzetliydi ama bir doğal besi tavuk yemeği vardı ki hayatımda hiç bu kadar keyifli tavuk yememiştim.. Tüm zamanların en iyi Top 5’i listeme koyabileceğim bu harika yemek bana Jamie Oliver’i daha da çok sevdirdi. (Jollemanhof, 9)
Bu harika akşam yemeklerinden sonra gelelim öğle yemeklerine;
Öğle yemeklerinde genellikle çorba, kiş ve ‘broodje’ adı verilen sandviçler sunan ‘Lunchcafe’ler var. Şehrin genelinde bunlara rastlamak mümkün ama biz en sevdiğimiz Joordan, DePijp ve biraz yukarısındaki Utrechtsestraat civarındakileri tercih ettik. Yoldan geçerken sevdiğiniz herhangi bir yere girmek de isteyebilirsiniz ama benim özellikle sevdiğim birkaç yeri de paylaşmak isterim:
Klaver4: Hem Lunchcafe, hem sanat galerisi bu mekanı çok sevdik. Şehrin en güzel plakçısı bol bol vakit geçirilecek Concerto’nun tam karşısında.. Biz gittiğimizde hava hala soğuk olduğu için sandviçten önce çorba da içiyoruz. Unutmadan, Hollanda’nın çorba kıvamı alışılmıştan biraz daha koyu, buna hazırlıklı olun…
Bu kafede yemeğinizi yerken bir yandan da duvarlardaki dönemsel sergiyi izleyebilir kimbilir belki de beğendiğiniz bir parçayı evinize getirebilirsiniz.. Bu ve benzer kafelerde öğle yemekleri birim başına 5-7 EUR civarında genellikle.. Bu arada yemeğin üzerine içilen ve balla sunulan rahatlatıcı taze nane çayı oldukça iyi gidiyor.. (Utrechtsestraat, 69)
Cafe Festina Lente: Bu kez de Joordan’da sevdiğimiz bir mekandayız. Biraz daha yukarılarda, Dokuz sokaklar (De 9 Straatjes) birçok güzel kahve dükkanı ve Lunchcafe ile dolu.. Hepsinde oturmaya imkan yok..Biz biraz da risk alarak kalabalıklardan uzaklaşıyor ve tarzlarını beğendiğimiz iki şehir yerlisinin peşinden Festina Lente’ye dalıveriyoruz!.. O, ‘bruincafe’ denilen kahverengi duvarlı, salaş yerlerden, ilginç bir mekan.. Köşedeki eski püskü oturma grubunda bir aile ortamın dekoruymuş gibi oturuyor. Bir masada iki genç kız ‘kızma birader’ oynuyor!.. Birkaç kişi de normal olarak yemek yiyor tabi.. Yine klasik önden çorba sonra da ‘broodje’ siparişimizi veriyor gelen lezzetli şeyleri afiyetle yiyoruz. Mekanın tipinden umulmayacak derecede başarılı ve yaratıcı… Fakat dediğim gibi çevrede çok sayıda mekan var ve hepsi de çok iyi görünüyor, burası değil de herhangi birine girseydik bile eminim memnun kalırdık.. ( Festina Lente: Looiersgracht, 40b)
Yine De Pijp’te boydan boya cafelerle dolu olan cıvıltılı sokak Eerste Van Dar Helststraat öğle yemeği ve akşamüstü birşeyler içmek için güzel yerlerden..
Akşamüstü demişken bir diğer keyifli yer olan en güzel kanallardan Brewersgracht‘da güzel cafe/barlar var.. Cafe Thijssen’in barında oturup bira eşliğinde şehrin geleneksel mini kroketi ‘Bitterballen’ yemek keyifli..
Konudan konuya geçiyorum ama tabi bitterballen deyince bunu ilk tattığımız şehrin en popüler tarihi publarından biri olan Hoppe‘den bahsetmezsem ayıp olur! Spui meydanından geçerken, her ne kadar içerisi turist kaynasa da ‘bazı ritüelleri yerine getirmeden o şehri gezmiş sayılmazsınız’ mantığıyla Hoppe’yi de ziyaret ediyoruz. İçerisi o kadar samimi ve rahat ki, bu meydana yolumuz düştükçe buraya ayaküstü uğramadan duramıyoruz.. Bitterballen’i çok lezzetli ve barmenleri de çok hoşsohbet olunca Hoppe en sevdiğimiz yerlerden oluyor..(Spui, 18-20)
Bir diğer ünlü rahat pub da Cafe Chris.. Yine bitterballen ve hoşsohbet var! Bir de bilardo masası… Joordan sokaklarında kaybolmuşken küçük bir molaya ihtiyaç duyarsanız bu salaş ve sevimli yere de uğramalısınız..(Bloemstraat, 42)
Yine en iyi bruincafe/publardan biri olarak önerilen Prinsengracht‘daki Cafe Heuvel‘e ise bir türlü yolum düşmedi ama belki sizin yolunuz düşer..
Joordan’da mutlaka uğrayacağım adresler listeme aldığım Proust ise, her iki gidişimizde de biraz boş göründüğü için içeri girmekten vazgeçtik ama yaz için keyifli bir yer olduğuna kanaat getirdim..(Noordermarkt, 4)
Uğramayı planladığım halde vakit bulamadığım bir de Garlic Queen var.. Tüm yemeklerin ve hatta tatlılarının bile içinde sarımsak bulunan güzel bir restoran olduğunu okuduğumda listeme eklemiştim ancak vakit kalmadı.. Yine belki sarımsakla arası iyi birileri gitmek ister diye burada yer vermek istedim..(Reguliersdwarsstraat, 27)
Müze ziyareti sırasında öğle molasını müzelerin kafelerinde vermeyi sevenler için de güzel haberlerim var..
Stedelijk Museum’un harika bir cafe/restoranı var. Kırmızı beyaz dinamik dekorasyonu, kahve, çay tatlı çeşitlerinden dünya mutfaklarının şık yemeklerine uzanan geniş menüsü, gerek müşterileri gerek çalışanlarının verdiği enerji ile, mutlaka uğranılası bir adres..
Hermitage müzesinin içinde self servis hizmet veren kafe de bol alternatifli ve dinlendici…
Bu arada kendini çok katlı mağaza ‘de Bijenkorf’da alışverişe kaptıranlar en üst kattaki yemek bölümünü ziyaret etmeliler… Birçok alternatif taze ve iştah açıcı bir şekilde burada sunuluyor, özellikle uzakdoğu mutfağı; suşhi için bir joker.. (Dam Meydanı)
Yine yerlisinin tavsiyesi ile öğrendiğim biraz uzak olan ama özellikle yaz aylarında keyifle vakit geçirilecek akşamüstü adreslerime gelince;
Pllek NDSM: Tt, neveritaweg, 59
Noorderlicht: NDSM Straat 102
Alt alta verdiğim bu iki adres için yine ücretsiz feribotlarla yaklaşık 15 dakikalık bir yolculuk gerekecek. Feribottan sonra hangarlar arasından bol fotograflı bir yürüyüşle şehirden kopuk harika bir ortamda bulacaksınız kendinizi.. Daha yerel takılmak ve biraz da dinlenmek isteyenler buraya da vakit ayırmalı..
Bir diğer adres de zıt yönde; bira fabrikası Brouwerij ‘t IJ da yeldeğirmeninin altında bira keyfi için.. Buraya gidemedim ama yine güzel olduğu söylenen yazlık bir adresmiş..
İçtiğim onlarca fincan kahveden ise aklımda kalan birkaç yer var tabi..
-Prinsengracht’ı keyifle gezerken CafeKalkhoven‘de güzel bir mola.. (Prinsengracht no: 283)
-Utrechtsestraat ve çevresinde alışveriş yaparken penceresinden manzarayı sevdiğim Cafe Van Leeuven.. (Keizersgracht, 711)
-Acil internet ve acil ısınma ihtiyaçlarında birçok şubesi olan Coffee Company..
– Dokuz sokaklarda pencere önünde oturup sokaktan gelen geçeni izlediğim nefis kahveci ScreamingBeans (Hartenstraat, 12)
– Concerto plak dükkanının müzikeverler ve müzisyenlerle dolu kafesi (ki bazı günler mini konserler de oluyor)…. (Utrechtsestraat, 60)
altını tekrar çiziyorum ‘benim kendi adıma’ en keyif aldığım kahve molalarıydı…
Opera, konser gibi etkinliklere gidecekler için fuayede şık büfeler kurulduğunu ve arada içmek istediğiniz içki için önceden banko rezervasyonu yaptırabileceğinizi hatırlatmalıyım.. Concertgebouw‘un da şık bir cafe/restoranı var ki, konser öncesi yemeğinizi burada yiyerek geceye hazırlanabilirsiniz..
Şıklık demişken Leidseplein’deki Hotel Americain‘in restoranı ve Roeluf Hartsstraat’daki College Hotel‘in barı şık ortamlarda bulunma havasındaysanız sizi bekliyor olacaklar…
Hızlı atıştırmalara ihtiyaç duyulan anlarda vejeterjan büfeleri MAOZlar, patates kızartması (Vlaamsefrites) satan dükkanlar ki en ünlüsü Manneken Pis (Damrak, 41), Pan Cake dükkanları, bir de çok şubeli kızarmış fast food otomatları şeklinde tasarlanan dükkanlarıyla FEBO imdada yetişecek..(Febo’larda makineye parayı tam ürün bedeli kadar atmaya dikkat ediniz, üstünü geri vermiyor!)
Albert Heijn market farklı büyüklüklerde birçok şubesi ile su, peynir, meyve vs. alışverişleriniz için karşınıza çıkarken Marqt ekolojik gurme market zinciri ise daha özel isteklerinize cevap verecek. Yalnız Marqt’ta nakit geçmiyor, sadece kredi kartı ya da ATM kartla alışveriş yapılabiliyor diye eklemek isterim..
-Su konusunda lezzeti önemseyip her suyu içemeyenler Erikli ve Hamidiye marka sulara turistik bölgelerdeki mini marketlerde rastlayacaklardır..
Kahvaltısını otelde almayacak olanlar için birçok kafede geniş kahvaltı seçeneklerinin olduğunu ‘Ontbijt’ yazan yerlerde rahatlıkla kahvaltı yapabileceklerini hatırlatırım. Ancak servis genelde 9:30 dan sonra başlıyor. Güne daha erken başlamak isteyenler için Leidseplein’de Satellite Sports Cafe‘nin güzel omletlerini öneririrm..
-Biraseverler bol bol Amstel, Heineken tadacaklar. Brouwerij ‘t IJ ise bir diğer leziz yerel bira…
-Peynire gelince; eve dönerken almanın dışında oradayken de bol bol peynir yemenizi öneririrm. Henri Willig, De Kaaskamer gibi peynir dükkanlarından, pazar yerlerinden, hatta marketlerden farklı çeşitleri tatmayı ihmal etmeyin.. Ağırlıklı olarak Gouda cinsi peynirler var ama Edam ve Delft Blue da bulunuyor.. Bu peynirleri geleneksel olarak ballı hardalla birlikte de deneyebilirsiniz..
Hemen her yerde bulunan karamelli çıtır waffle ‘Stroopwafels’ ise hazır paket almak istemezseniz pazar tezgahlarında taze taze yapılıp satılıyor..
Son olarak; yeme-içme notları bir yana, Amsterdam’a giderken sakın şu cümleyi yanınıza almayı unutmayın:
Dank u wel! yani Teşekkür ederim..
Çünkü Amsterdam’da yemek yediğinizde, iyi bir servis aldığınızda kendi dillerinde teşekkür ederseniz eğer, bu ince davranışınız bahşişten bile kıymetli olacak ve size içten, kocaman bir gülümsemeyle karşılık verilecektir…
Bu önemli notu da paylaştığımıza göre yeme içme konusuna noktayı koyabiliriz…